Ender Küçük

Alp - Eren

Ender Küçük

Ayasofya'nın ibadete açılması. 


Doğu Akdeniz 'de garbın alçakları karşısında gösterdiğimiz mücadele.


Karadeniz' de doğal gaz bulunması... 


Yaklaşık son bir ay içerisinde bu gündemlerle yattık, bu gündemlerle kalktık.


Çeşitli kanallarda bu yoğun gündemlerle ilgili olumlu- olumsuz birçok görüş dile getirildi. Eğer bir taraf olacaksam, devletin menfaatleri çerçevesinde elbette olmak istediğim yerde olurum. Hem "Alp" hem "Eren" olmak adına verilen mücadelenin arkasında olmak, yıllardır uyku halindeki mefkurenin uyanması gibiydi.
Bu uyanış kimine göre Türk - İslam Ülküsü'nün dirilişi, kimine göre Kızıl Elma'dır. 


PEKİ, yukarıdaki bağımsızlık mücadelesini taçlandıran olayların hangi vakadan sonra zirve yaptığını ya da var olan programın öne çekildiğini düşünürsek... Bu sürecin doğumunun hiç şüphesiz  "15 Temmuz" olduğunu hepimiz biliriz.

Yıllardır bize dayatılan, azıcık Türk azıcık Müslüman olma modeli; Bop ve Ilımı İslam fitnesiyle daha yaşamadan ölmüştür. 
ARTIK bundan sonra mazlum ülkemiz sınır içinde kendi sınırını koruma stratejisinden başka sınırlar üzerinden ülkemizi koruma ve kollama stratejisini benimsemiştir.
Doğu Akdeniz'de verilen mücadelenin temelinde Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Osmanlı ve Büyük Taarruz'un izlerini görmek mümkündür.
Bu ideal, siyasete indirgeyecek kadar basit değildir. Bu coğrafyaya tekrar huzurun inşası ancak Güçlü bir Türkiye ile mümkündür.


Bazen aykırı sesleri dinliyorum, inanın şu an yaşadığımız uluslararası savaşı; bireyin merkezde olduğu, sığ, anlamsız, çözümsüz, amalarla dolu tespitleri dinledikçe kahroluyorum.

KAPİTALİZM karşısında direnmek öyle lafla olacak iş değildir. Eğer görünenin ötesinde bir güç varsa ki var!
Bu gücün adı: Devlettir.


Toprağıyla, dağıyla, nehirleriyle, denizleriyle yaşayan bir güçtür devlet.
Devletin hafızasıyla sakın ha alay etmeyin! O kimin kurt, kimin kuzu olduğunu bilir.
Allah’a şükürler olsun ki; vatan dediğimiz toprağımız, göklerde ay yıldızlı bayrağımız var.

 

------------------------------------


Usulca uzandı yatağına, tesbih tanelerini çekti birer birer.
"La Havle" dedi ve ardından büyük bir teslimiyetle sözlerine devam etti 
“La Havle Vela Kuvvete İlla Billahil Aliyyil'Aziym"
Bir kula teslimiyet değil, varlığın sahibine doğru eğilmekti bu.
Onca yazdığı saçmalıklardan sonra hatırladığı ya da hatırlamadığı bir yaşamı düşündü.
 Kalbi, düşünce yangınlarına eşlik ederken, bir kez daha yenilmediğinin farkına vardı. 

Varlıktan, varlığa doğru uzanan bu anlam dolu yolculuk; bir kuldan bin kul çıkartma arzusuydu. Yapbozları birleştirmek, bir problemi çözmek gibi karmaşık duyguların yaşandığı bir yansımaydı, bu.

Yattığı yerden doğruldu, kalbinin ağrıyan tarafına doğru sokuldu. 
Sanki bir rüyanın içinde ya da rüya da rüyanın içinde gibiydi. 
Susuzluktan çatlamış dudaklarını elinin tersiyle sildi.
Kan tadı bulaştı ruhuna. Ağır bir maden ise yapışmıştı dilinin ucuna.

Sonra tarifini yapmak istediği bir hayat seçti kendine. Lambası yanan odada pencerenin kenarına geldi. Uzun uzun sokağın karanlığına baktı. Koskoca bir hiçlik gördü sadece. Gözlerini dikkatle karanlığa çevirdi, yeniden bakmaya başladı. Camın üzerinde, karanlıkla beraber kendi suretini görünce "İşte buldum hayatı" dedi.

 

------------------------------------

 

Keşke hafızamda tutamasaydım yaşananları. Eğer işin içinde yazmak varsa
“Hatırlamak” yemek içmek gibidir. Bırakmaz peşini, kaybetmez izini.
Bugün yüzünü bile hatırlamadığım emekçi- kasiyer kız bana aynen şunu söyledi:
“Efendim başka bir emriniz var mı?”
Ben talep eden halimle “Efendi “olamam, hanımefendi. 
Ben tüketen, sen emekçisin.
Ben harcayan, sen kazanansın.
Katile,  uğursuza,  günahkâra ya da doğru düzgün vatandaşa “Efendi” gibi davranmak.
Yıkılsın dünya!
Yansın üzerimdeki sahte merhamet hırkası!
Yok, olsun sahte gülücükler…

Bir başka köşede görüşmek üzere.

Yazarın Diğer Yazıları