İbrahim Gülsu

Tüylerimizi ürperten olaylar veya hafızamızı tazeleme

İbrahim Gülsu

Ülkemizin ilgisizliğe terk edilmiş altın beyinlerinin çabaları ve bu çabaların karşılık bulmaması. Beyinlere yapılan sabotajlar ve ihanetler. İşte bunlardan birkaçı:

 

Vecihi Hürkuş’un 1924’te yapmaya başladığı uçakların yapımı görünmeyen bir el tarafından sürekli engellendi.

 

Ürettiği uçağıyla 5 Mayıs 1931’de Çekoslavakya’ya gidip uçağını test ettirdi.

 

Çalışmaları engellenen Hürkuş, uçamayacak duruma düşürülen uçaklarının sigorta giderlerini ve bunların faizlerini ödeyemediği için maaşına haciz kondu.(1)

 

Selahattin Alan 1932’de iki kişilik uçağı Vecihi Hürkuş’tan sonra tasarlamış ve yapmış. Hava Müsteşarlığı, Alan’ı desteklemediği için proje yarım kalmış.(2)

 

Nuri Killigil’in silah fabrikası 1949’da infilak ettirildi. Kendisi, mühendisleri ve işçileri yok edildi.

 

Yerli ve milli Türk Savunma Sanayisini kuran Nuri Killigil neden yok edildi?

 

Olayın sabotaj olup olmadığı araştırılamadı. Gizli oturum tutanakları hala meclis arşivinde mevcut. Olayın gün yüzüne çıkarılması neden engellendi?(3)

 

1936 uçak imalatına başlayan Nuri Demirağ, Türk Hava Kurumu uçak siparişlerini iptal edince iflas etti.(4)

 

Kayseri uçak fabrikasının kuruluşu 7 Eylül 1925 (Tomtaş)

 

Hava müsteşarlığı uçak ihtiyacını Çekoslovakya ve Fransa’dan karşılayınca Tomtaş yani Kayseri uçak fabrikası iflas yoluyla kapanmıştır.(5)

 

1850’de başlayan 1924’te Vecihi Hürkuş’la gelişen, Selahattin Alan, Nuri Demirağ’la yükselen uçak yapımı o görünmeyen (?) el tarafından engellenmeseydi bugün uçak sanayi, havacılık nerede olurdu?

 

Kayseri’de toprağa gömülü uçaklar çıkarılıp, ilk havacılık çalışmalarının sergileneceği “Havacılık Müzesi” acilen yapılmalıdır. Vatansever yöneticilere duyurulur.

 

Ord. Prof. Cahit Arf’ı dinleyelim: “Bir süreden beri TÜBİTAK’a yapılmakta olan ve yapılacağı söylenen müdahaleler, toplumumuzun bilimsel ve teknolojik yönden gelişmesinin adeta gizli bir güç tarafından engellenmeye çalışıldığı intibaı verilmektedir. (6) (Amerika’nın ve bazı gizli servislerin kontrol ettiği Tübitak ve Aselsan’daki yerli hainlerin neden buralara yuvalandığını şimdi anlıyoruz.)

 

Aselsan eski genel müdürü Hacim Kamoy’un profesyonel elektronik teçhizat imalı ile ilgili maceralarına bir bakalım: “1956’da PTT’de küçük, fakat yetenekli bir grup oluşturmuştuk. Genel müdürlüğe müracaat ettik. Bize Ankara Dışkapı semtindeki metruk (terk edilmiş) PTT telsiz binasını veriniz, elektronik teçhizat geliştirme ve imalatını başlatalım, dedik. Kabul edildi. Binadaki eski telsizleri söktürdük. Bina tadilatına başladık. Binanın ara duvarları 40 – 50 santime kadar yükseldi. O ara bir emirle “PTT’yi Islah Komisyonu” kuruldu. Binanın tekrar tadilatına başlandı. Bir müddet sonra tadilat işi durdu. Bina otomobil tamirhanesi oldu. (Dikkat buyurun.)

 

Bu teşebbüsümüz ilk ve çok acemice yapılmış bir teşebbüstü. Hata bizdeydi. Çünkü elektronik teçhizat imalatından (“imalat” ne tehlikeli teşebbüs) söz etmiştik. Ama bu bize ders olmuştu. Yıllar boyunca bir daha “imalat” lafını ağzımıza almadık. (Son yıllarda Aselsan, TAİ’de yapılan milli, yerli çalışmaları yürekten kutladığımızı özellikle vurgulayalım.)

 

Daha sonra PTT’nin AR-LA tesislerinde “araştırma geliştirme” maskesi altında imal edilen kuranportör teçhizat yüze yakın merkezde hizmete alınıncaya kadar “imalat” kelimesini ağzımıza almadık. (7) Ne tuhaf kendini sömürgeleştiren ülke: Türkiye. Bunun dünyada örneği yoktur.

 

Türkiye neden sanayileşemedi, teknoloji üretmedi? İşte cevaplardan sadece biri bu. Aselsan’da öldürülen mühendislerin; içinde toryum, bor üzerine çalışan fizikçilerin bulunduğu ve çok profesyonelce düşürülen Isparta Uçağı’nın düşürülme nedeni bu. Bu sabotajlar Türkiye’nin gündeminden düşmemeli. Bu olayların arkasındaki karanlık eller bu millete muhakkak anlatılmalı. Mağdur olan aileler milli davalarıyla baş başa bırakılmamalı. Uçağın düşüş nedeni uçağı düşürenlere, mühendislerin ölüm nedeni de “intihar”a havale edilmemeli. Bu konularla ilgili “bilim casusluğu” dizileri yapılmalı.

 

Soruları çoğaltalım:

 

Raif Karadağ “Petrol Fırtınası” adlı eserini yazınca otelde niçin öldürüldü? (1973)

 

“Sion Protokolleri”nin yazarı Yaşar Kutluay denizde niçin boğuldu? (1969)

 

Gazi Osman Çiftliği’nde 1948’de faaliyete geçen uçak motor fabrikasının imalatı niçin durduruldu?

 

Devrim otomobilinin yapımına neden devam edilmedi?

 

Otomobile tören anında yakıtın az konması ne kadar komik.

 

İskenderun’a 40 km uzaklıktaki Kurtbağ Köyü’nün sakinleri 1960’lı yılların başında Amerikalıların bölgeye petrol aramak için geldiğini ve bulduğunu kuyuları kapattığını söylüyor. (06.06.1994 Türkiye gazetesi)

 

Değerli yazarımız Mustafa Necati Özfatura’yı dinleyelim: Çoğu Yahudi olan şirketler 1951 – 1968 arasında Güneydoğu Anadolu’da çok zengin petrol yataklarını bulup kapattılar. Buldukları petrolün kuyularını “petrol yok” “ekonomik değil” gibi mazeretlerle betonla kapattılar. Hatta bazı kuyulara canlı canlı Türk mühendislerini atarak iş kazası süsü verip bu kuyuları örttüler. (07.05.1995 Türkiye gazetesi)

 

Çok ilginçtir Körfez krizi sırasında ANAP iktidarı petrolden sorumlu devlet bakanı Mehmet Keçeciler, bu kapatılan kuyulardan petrol çıkartıldığı ve Adıyaman bölgesinde yeni kuyular açıldığı için çeşitli iftiralarla bakanlıktan alındı. Keçeciler, Türkiye’nin petrol denizi üzerinde olduğunu sezdiği ve gizlice hazırlık yapıp aniden petrol üretimini arttırdığı için küresel güçlerin emri ile görevden alındı. (Körfez krizinde Adıyaman’da açılan kuyuları hatırlayın.)

 

Yıl 1980. Taksilerde benzinli motorların değiştirilmesi gündeme geldi. Hemen ithalat için vurguncular, soyguncular kuyruğa girdi. Bu ara bir motor ustası (Dikkatinizi çekerim mühendis değil) o günkü değerle sekiz yüz liraya ithal edilecek motoru üç yüz elli liraya hem de iki yıl garanti şartı ile imal edeceğini söyledi. Hayli sipariş de almasına rağmen bir anda sesi soluğu kesildi. (Kayseri – 1980)

 

Bu örnekte olduğu gibi yıllarca siyasette, bilimde, ekonomide, teknolojide çok bilenler bu ülkede susturuldu.

 

Türkiye’de ilk defa yangına ve kimyasal maddelere dayanıklı elbise yapan ilkokul mezunu PETKİM’in eski işçilerinden Mevlüt Saraç, karşısına bürokratik engellerin çıkarıldığını belirterek, bu engellerin kalkması halinde uzay elbisesi dahi yapabileceğini söyledi.

 

Saraç elbiseyi yaptığı yıl yurt dışından 360 liraya ithal edilen bu elbiseyi kendisinin o zamanki fiyatlarla 55 liraya mal ettiğini söyledi. Yurt dışından ve ABD’den teklifler almama rağmen Türkiye’deki yetkililer pek ilgi göstermediler, dedi. (05.08.1994 ……….gazeteler)    

 

Kalkınmamızın önündeki en büyük tuzaklardan biri de  borçlanarak kalkınma. “Borç alan buyruk da alır.” Hükmüne bağlı kalan ecdadım, borçlanmayı bir aşağılık icraat kabul etmiştir. Dünyada küresel sermayeye borçlanacak en son ülke Türkiye’dir. Borçlanarak kalkınma bir İMF ve küresel güçler tuzağıdır.

 

Egemenlik hakkımızı dahi pazarlık konusu yapan, ülkeyi dış sermayenin pazarı haline getiren “Borçlanarak kalkın.” politikası, dış çevrelerce yıllardır ülkeye niçin dikte edildi? Cevap çok açık: “Ne ondurmak, ne öldürmek.”

 

1940’lardan bu tarafa, ciddi bir şekilde niçin demiryolu, deniz yolu taşımacılığı gündeme gelmedi? Sürekli karayolu taşımacılığı teşvik edildi? Bülent Ulusu Hükümetinin 1983 yılında Prof. Nadir Yayla’ya hazırlattığı “Demiryolu Geliştirme Projesi” hangi güçler tarafından rafa kaldırıldı?

 

(Bugün demir yoluna verilen önem bizi millet olarak mutlu ediyor. Aynı gelişmeyi deniz yolundan da bekliyoruz.)

 

Dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyen ve adeta ekmek kapımıza kilit vuran toprak katliamına, verimli toprakların işgaline yıllardır niçin seyirci kalınıyor? Toprak Kanunu çıkarılmasına rağmen bu kanun niçin uygulanamıyor?

 

Tarım ve Köyişleri  Bakanı Musa Demirci 5 Aralık 1996 tarihli Dünya Gazetesi’ne yaptığı açıklama çok ilginç: “Tarım politikalarının hepsi benim bakanlığımda yürütülmediği için (peki nerede yürütülüyor?) bugün bu noktaya geldik. İşe başladığımızda dünyada uygulanan tarım girdilerini destekleyecek bir fonun kurulması lazım dedik. Fakat bunu kuramıyoruz. Tarım Bakanlığı olarak kararnameyi görüşülmesi için Meclis’e sevk ettik. Belirli bakanlıklardan geçmiyor ve orada tutuluyor.

 

07.06.1988 tarihli Hürriyet gazetesinde çıkan bir haberi naklediyorum:

 

“Ünlü silah tüccarı Adnan Kaşıkçı ülkemizi ziyaret etti. İşin ilginç yanı Adnan Kaşıkçı en son teknoloji ile donatılan yatı ile Akdeniz ve Ege’yi değil, Doğu Karadeniz kıyılarını gezdi. Sonradan Kaşıkçı’nın doğalgaz araştırması yaptığı öğrenildi.”  (Dünyanın en zengin doğalgaz yatakları Doğu Karadeniz’dedir. Bahçesini sabanla süren çiftçilerin bulduğu doğalgazın haberlere, gazetelere konu olduğunu hatırlayalım. Doğalgaz, petrol kazara yeryüzüne çıkıyor; ama biz “Sus, durduğun yerde dur.” deyip ağzını kapatıyoruz adeta.)

 

Son olarak Prof. Sencer İmer’i dinleyelim: (Demir çelik fabrikaları yönetim kurulu üyesi – 23.11.1994 TV Bizim Kürsü programı)

 

“Cumhuriyet sonrasında demir – çelik fabrikalarının kuruluşunun İngiltere, Fransa, ABD tarafından nasıl engellendiğini hayretle gördüm. Ne garip ki fabrikaların kuruluş fizibilite çalışmaları hep yabancılara yaptırılmış. Yani onlar: “Bu fabrikaları kuralım, Türkiye bizim için pazar olmaktan çıksın mı?” diyecekler.

 

Karabük Demir Çelik Fabrikası’nı kurmak için Kral Edward, Atatürk’e söz veriyor. Ama ikili oynayıp Türkiye’ye gönderdiği araştırmacılara da böyle bir fabrikanın kurulamayacağına dair rapor hazırlayın, diyor.

 

Unutmayalım, el elin eşeğini türkü çağırarak arar.

 

Bu örneklerin 1995’ten sonrasını güncellemiş olsak ekonomik, teknolojik kalkınmamızı sabote eden çok daha şedit örneklerle karşılaşılacağımız kanaatindeyim.

 

Kalkınma, büyüme, çağın bilim ve teknolojisinden faydalanma bir inanç, ideal, aşk işidir. Şartlar ne kadar vahim olursa olsun inanmış insan zoru başarır. Bir ülke için en büyük güç inanmış insandır.

 

Bu ülke; bilimin, teknolojinin öncüsü olmaya, süper bir güç olmaya Türk ve İslam dünyasının lokomotifi olmaya mecburdur. Bu konuda her türlü imkana sahiptir. Yeter ki Fatihler surların kapılarını açmadan önce, toplumun, insanların ufuklarını açsın. Çünkü fetih önce ruhlarda, gönüllerde başlar.

 

Sonuç olarak, 21. yüzyılda şerefimizle yaşamak istiyorsak, kültürümüzü ve medeniyetimizi korumak, geliştirmek istiyorsak, ülkede ilmi zihniyet inkılabı gerçekleştirmeliyiz.

 

Uyuyan medeniyetimizi uyandıracak, iki yüz yıldır devam eden çözülüşümüze “Dur!” diyecek; kılavuzu sadece ilim, hikmet ve tecrübe olan, bu aziz milletin gönlündeki sosyal enerjiyi ateşleyecek; İslam dünyasına ve insanlığa rehber olacak seçkinler topluluğunun, diriliş neslinin, öncü neslin ortaya çıkacağı anı sabırsızlıkla bekliyoruz.

 

Kaynaklar :

 

1, 2, 3, 4, 5- Fatih M. Dervişoğlu, Nuri Demirağ. Türkiye’nin Havacılık Efsanesi.

 

                    Ötüken Yay.(Sayfa: 25-53)

 

6- Cumhuriyet Gazetesi, 5 – 7 Ekim 1987

 

7- “İlmi Düşüncenin Metafizik ve Ahlaki Temelleri üzerine”

 

Aykut Edibali, İlim Kültür ve Sanatta Gerçek sayı 2

Yazarın Diğer Yazıları