İbrahim Gülsu

Yeni gıda kanunu tasarısı ve gıda terörü

İbrahim Gülsu

“Gıdaya hakim olan, insanlara hakim olur.”

 

“Terör” itici, sevimsiz bir kavram. “Terör” denince aklımıza ilk gelen: silahlı terör. “Silah” çağa göre değişiyor. Bir zamanlar Köroğlu “Delikli demir çıktı, mertlik bozuldu.” demişti. “Mertlik” mert insanların tavrı. Oldukça gizli, hileli, takiyyeci bir dönemde yaşıyoruz. Onun için bugünkü, savaşta asla mertlik aranmamalı.

 

Açık mücadele, açık savaş yok dünyada.

 

Evet, “Harp hiledir.” Ama hileler o kadar takiyyeci, acımasız ki “Bu kadarına da pes.” dedirtiyor.

 

“Terör” artık bildiğimiz “silah”la insanlara yaklaşmıyor. Terör bugün “Bilim, araştırma, tedavi, ilaç, gıda, gübre… Gibi “masum” kılıflarla insanlara yaklaşıyor.

 

Terör türlerinin içinde en eşed olanı “GIDA TERÖRÜ”dür. Gıda terörü adeta zürriyeti yok etmeyi hedeflemiştir. İnsanları çoğu kere öldürmüyor; ama süründürüyor. İnsanları ömür boyu hasta, adeta ilaç mafyasına köle ediyor.

 

Dev bütçelerle çalışan gübre, ilaç ve gıda kartelleri, insanlara zehiri “ilaç” diye yutturuyor. Bir civciv kırk günde nasıl iki kg. oluyor? Bir meyveye on defa ilaç, gübre veriliyor? Bir inek nasıl dört-beş ton ağırlığa ulaşıyor? Kimyasal yemle beslenen ineğin sütü, “süt”mü oluyor?

 

Silahlı terör; canı, canları öldürüyor. Ama gıda terörü nesilleri yok ediyor.

 

“Bilgi” terörü, bilgi kirliliği de günümüzün en önemli meselesi. Bugün “bilgi” ve “bilim adamı” emperyalizmin, insanlığı aldatmanın maskesi oldu.

 

Bilim adamını siz yetiştirmez; bilgiyi siz üretmez, kendi laboratuvarlarınızda test etmez; işi başkalarının insafına bırakırsanız sonunuz felaket olur.

 

Dünya Bugün “Bilgi” Terörüyle Karşı Karşıya.

 

Bugün düşman karşınıza artık “delikli demir”le çıkmıyor. Mikroskopla bile görülemeyen “virüs”lerle çıkıyor. Dolayısıyla, insanlık katilleri için insanları hizaya getirmek bugün “bilim”le çok kolaylaştı.

 

Değerli Okuyucular;

 

Bugünlerde konuşulan ve meclisin gündemine gelen bir “GIDA YASA TASARISI”ndan söz ediliyor. Konunun uzmanı değilim; ama bir vatandaş olarak konuyu sorgulama hakkım da var, diye düşünüyorum.

 

Yasanın zarureti vardı da bugün mü uyandık? Yoksa bugüne kadar gıda baronlarının üzerinizde baskısı mı vardı? Veya “uyanık”ken uyutulmuş olmayalım? Bizim gibi tüm dünyalılar da narkozlandıklarının farkında mı?

 

Bu yasayı kimler hazırladı, kimin aracılığıyla bu yasa meclise getiriliyor?

 

Yasanın arkasında “Dünya” Sağlık Örgütü, Dünya Ticaret Örgütü, Bill Gates Vakfı… gibi hangi örgütler, karanlık lobiler, baronlar mı var acaba?

 

Bakın Tarım Bakanlığı ile Bill ve Melinda Gates Vakfı geçtiğimiz yıl aralarında “iş birliği”ne gitme kararı almış. Acaba bu milletten habersiz daha ne kararlar alınıyor?

 

Hükümetlere baskı yapan ve her türlü kanun teklifi hazırlama komisyonlarına sızan küresel baronların, lobilerin sözcüsü ve gözcüsü olanlar kimler?

 

Bunlar tüm partilere sızıp nasıl “takiyye” yapıyor, hayret ediyorum.

 

Gıda baronları tüm yiyecekleri paketlere hapsedip onları birer “sanayi” ürünü haline getirmek istiyor.

 

Gıdada işin hijyen boyutuna katılırım; ama hijyene dikkat edelim derken, yiyeceği “yenecek” olmaktan da çıkarmamak gerekir.

 

Meclise masumca bir gıda yasası gelmiş, ne eleştiriyorsun, denebilir. Böyle bir yasanın zarureti en az 1960 yılıydı. Çünkü o yıllarda “Gıda Emperyalizmi” harekete geçti. Konu türkülere bile yansıtıldı:

 

“Zeytin yağlı yiyemem aman,

 

Basmadan fistan giyemem aman” türküsünü hatırlayın.

 

Marsall yardımıyla zehirlenmeye başladık. Yardımsever (?) ABD beslenelim diye bize tonlarca yağ, süttozu, un gönderdi. Zürriyetimi önce hastalandırmak, sonra çoğalmamı engellemek için şehirlerin su depolarına “klor” adıyla zehir atılmadığı ne malum? Savaş türlerinde ve hilede sınır olmaz. İnsanlığın üzerine misket bombaları yağdıranlar için, şehir şebekelerine zehir, “ilaç” katmak çok basit.

 

Ülkemin Gıda Meselesi “Bilim” Adamlarına Bırakılmayacak Kadar Önemli Bir Milli Meseledir.

 

Öküzün altında buzağı aramıyoruz; ama zihnimde en az iki yüz yıllık aldatılmışlık “miras”ı var. Onun için kuşkulanıyorum. İşte bir örnek:

 

Yeni Gıda Kanun Tasarısı’na bir de eski bakanlardan Musa Demirci’nin yaşadıklarından baksak?

 

Yıl 1995. Musa Demirci Tarım Bakanı oluyor. Musa Demirci tarımda milli bir hamle yapmak istiyor. Ama bir de ne görsün TARIM POLİTİKALARI TARIM BAKANLIĞI’nın dışında kotarılıyor.(?) Ve çaresiz kalan bakan şöyle diyor: “Ben Bakan oldum; ama tarıma, gıdaya bakan olamadım.” (İnternetten bakabilirsiniz.)

 

Felaketin bir diğer boyutu: Müslüman bir ülkede LGBT’ye destek veren firmalara bakın: Adidas, Algida, Apple, Bosch, Coca Cola, Google, Mc Donalds, Nike, Puma, Shell, Vodafone, Siemens……(Gerçek Hayat Temmuz-2020)

 

Buyurun cenaze namazına.

 

Müslüman’ın parmağını yılana en fazla bir defa ısırtması gerekirken, biz adeta yılanla dost olmuş, onun bizi zehirlediğinin farkına bile varmamışız.

 

Özellikle Osmanlı’nın son yüzyılındaki ve Cumhuriyet Dönemi’ne de yansıyan dönmelerin, masonların, ajanların… ihanetlerini göremedik. Adeta basiretimiz, ferasetimiz bağlandı. Batı’ya karşı sansürsüz olduk. Ülke yolgeçen hanına döndü. Binlerce ajan cirit atar oldu.

 

O takiyyeci hainler hem sağcı, hem solcu; hem Müslüman, hem Hristiyan oldu. Hem muhalefeti, hem iktidarları dizayn etti. Bir yanlışın, bir fitne tohumunun hatırına doksan dokuz doğruyu söylediler. Böylece kamufle oldular.

 

Onlarca ajan dönme, cami kürsülerinde -Lawrens gibi- vaazlar verdi zavallı Müslümanlara. Son iki yüzyılın ajan faaliyetlerine bakıldığında bu çok açık görülecektir.

 

Sadece kendi coğrafyamızdan söz etmiyorum. Afganistan, Pakistan, Hindistan, Arabistan, Mısır…. Gibi tüm gönül coğrafyamızda aynı oyunlar oynanmıştır.

 

Tarih bana diyor ki: “Çıkan yasaların “masumiyet”ine aldanma, işin arka planına bak. Hem de çıplak gözle değil, mikroskopla.”

 

Gıda Yasası da, İstanbul Sözleşmesi gibi olmasın sonra?

 

Bağdat harap olmadan…

Yazarın Diğer Yazıları