Niyazi Kara

Günlük Yevmiye!

Niyazi Kara

Vakit tam da öğle. Apartmanın cümle kapısından dışarıya ilk adımda olduğum yerde kaldım. Pencereden tam belli olmayan ince bir yağmur, bütün inceliği ve haşmetiyle yağıyordu. Hani o “ahmak ıslatan” cinsinden değil. Üç beş basamak ötedeki arabaya ulaşmak için cesaretimi toplayıp yağmura ve esen rüzgâra meydan okurcasına atıldım ileri. İşe yetişmeliydim.

Tam manevra yapıp dönecekken orta aynadan yansıyan görüntüyü soluma alıp bekledim. Bir çocuk –sekiz on yaşlarında- ve bir adam yağmura teslim olmuş gibi karşı kaldırıma geçtiler. Artık arabanın sağ yanına düşüyorlardı. Yürüyorlardı aldırış etmeden yağan yağmura. Seyri bırakıp on beş yirmi metre uzaklıktaki mesafeyi kapatıp yanlarına durdum. Camdan “ Gideceğiniz yer uzak mı?” diye sordum. Adam, başını eğip şöyle bir baktı. Konuşmasına fırsat vermeden “Binin” dedim. İtiraz etmediler, edecek hâl değildi. Uzak yakın fark etmez, çocuk ıslanıyordu. Arka koltukta kitaplardan artakalan yerlere oturdular. Biraz ilerden köşeyi dönerken adam bir açıklama ihtiyacı hissetmiş olmalı: “ Çocuğun ayakkabısı eskimiş, şu ilerdeki ayakkabıcıya gidiyorduk.” dedi. “Hava yağmurlu, gideceğiniz yer yolumun üstü, sizi en yakın yerde bırakayım.”

Sessizlik…

Yağmur yağıyor, havadaki kararma akşam saatlerine özenircesine artıyordu. Sanki öğle vakti değil de az sonra geceye bağlayacak gibi. Arabaya binenler kim diye bakmadım, orta aynadan. Göz göze gelmek istemedim. Belki çocuk babasını sorguluyor “neden arabamız yok” diye, belki de  adam “ yok sayılabilecek bir iyiliğin yüzüne düşürdüğü gölgeyle uğraşıyor.” En iyisi görmemek.

Karıştık ana yolun trafiğine: Işıklar, arabalar, insanlar, yağmur, sabırsız kornalar… Bahsettikleri yerin en yakın noktasına sağ sinyalle kaldırımın dibine durdum. Açılan arka kapı sesi. Önce adam indi, sonra çocuk. “Teşekkür ederim, eyvallah.” Sese doğru yarım döndüm.

“Eyvallah kardeş, hayırlı günler.”

Kapı kapandı. Hızlı adımlarla yürüdüler. Gidecekleri yer bir blok ötesiydi. Ancak o zaman dönüp bakabildim arkalarından. İşe yetişmeliydim. Yüzlerini görmediğim bu insanlara “ Ben teşekkür ederim” dedim sesli düşünerek.

İçimde garip bir huzur, önümde yol aydınlanıyordu sanki. Ayıp olmasın diye sesini kıstığım türküleri azıcık açtım yeniden.

“Bir insan ömrünü neye vermeli/ Harcanıp gidiyor ömür dediğin”

Arabadan indiğimde hâlâ yağıyordu. Başımı kaldırıp ona da teşekkür ettim. Muzip bir ses “ Hadi kaptın bugünlük yevmiyeyi!” diyordu. Benim için mesai yeni başlıyordu.

Sahi, kapmış olabilir miyim?

Muhabbetle…

Yazarın Diğer Yazıları