Niyazi Kara

Kaç kişisiniz?

Niyazi Kara

Birçok yerde karşınıza çıkar bu soru. “Kaç kişisiniz?” Tekim, iki, yedi yada kırk…

 

Hiç düşünmeden verdiğimiz cevaplar bunlar. Etrafımızda gözle görebildiğimiz nicel çoğunluğu sahipleniriz hemen. Saklanıveririz aralarına. O sorunun muhataplarını çoğaltırız. Cevabı duyan da memnundur ve sorgulamaz. O da bakar sayılabilir çokluğunuza. Oysa ben, “kaç kişisiniz?” diye bizzat size sormuştum.

 

     Henüz havaların güzel olduğu zamanlardı. Sonbahar uzaktan görünüyor, ikindi meltemleri serinliğini hissettiriyordu. Cebimde kitabım, bir çay bahçesine uğradım. Vatanından uzak düşmüş bir palmiye ağacının dibindeki yuvarlak masaya bıraktım kitabımı. Demir sandalyelerden rastgele birini çekip oturdum.  Varlığımı fark eden çalışan, yaklaştı. İlk konuşan ben oldum. “İki çay lütfen!” Çalışan genç arkadaşım “anlamadım” der gibi bakınca yineledim. “İki çay!” Haklıydı. Görebildiği sayı birdi ve benim kimseyi bekler gibi bir halim de yoktu. Kafasının karışıklığı yüzüne yansıyordu. Birkaç adım sonra dönüp tekrar baktı. Göz göze geldik. Gülümsedim. Cesaret almış olacak ki, “Soğumasın, ard arda getireyim,” diye teklif etti. “Zahmet etmeyin, birlikte getirin.”

 

      Aslında düzeltmeye çalıştığı şey defalarca tekrarlanan ve kabul görmüş olana uydurmak çabasıydı. Çünkü mantık bir şeyleri reddediyordu. Birazdan iki çayıma kavuştum. Kitabımdan bir bölümün sonunda başımı kaldırdığımda yine göz göze geldik. Hızla çevirdi başını.

 

      Zahir çoğu zaman aldatıcıdır. Öyle ki müşahit de aldanabiliyor. Bilmenin, ilmin gereği buradadır. Bilen zor aldanır ve belki de bu aldanıştan kurtulur. İlmin gereği, malumunuzdur: “Kendini bilmek.” Bu mecraya yolu düşenlerin ilk fark edecekleri levha “Kaç kişisiniz?” yazılı olandır. Macera ondan sonra başlar. Kalabalıklar içinde derin yalnızlık duygusundan sıyrılamayan insanlık, zahir varlığına yoldaş arama çabasıyla bundan kurtulacağı zannıyla ömrünü tüketmektedir. Huzurun ve (herkesin peşinde olduğu) mutluluk duygusunun sahte cüzleri ile tükenmiş bedbaht bir ömür. Oysa, kendi olmak yolunda, içinde saklı gerçek kişiliklerinden biriyle tanışabilseydi o zaman muhatabından huzur ve mutluluk hissini hakiki anlamda duyabilecekti. Muhabbet hâl diline dönecek anlaşabilmek için “kelimelerin kifayetsizliğinden*” şikayete mahal kalmayacaktı.

    

     Herkesin uyuduğu bir yerde, kalabalığı uyandırmak görevi ilk uyanana düşer.

      Sahi, kaç kişisiniz?

Muhabbetle..

*Orhan Veli (Anlatamıyorum)

Yazarın Diğer Yazıları