Niyazi Kara

Ramazan güzeldir!

Niyazi Kara

Oldum olası severim ramazan iklimini. Bir başkalık hissederim. Bana öyle gelir ki bir yaşımıza daha gireriz. Hangi ayın hangi gününde doğduğumuz çok da önemli değildir. Duymuş olmalısınız, bu vakitler biterken derler ki, “Allah öteki ramazana ulaştırsın.”

 

Her şeyden önce üzerine almaktır ramazan. Bir insanın inancının “neden” diye sorgulanması kadar aptalca gelmiyor hiçbir şey bana. İnanıyorum kardeşim, bu kadar. Bir yaratıcının varlığına ve kudretine inanıyorum. Bunun sembolleri, kelimeleri, ritüelleri her ne kadar farklı olsa da birleşilen nokta, işte bu yaratıcının varlığı değil mi? Önce burada bir anlaşalım, gerisini konuşur, tartışır, bilmiyorsak öğreniriz. İnanmak, oldukça derin ve girift (karmaşık) bir kavramdır. En temel ihtiyaçlardan sayarım ben. İnanmak kavramı o kadar geniş o kadar hoşgörülü ki inanmamayı da çepeçevre sarar ve bundan şikâyetçi olmaz. Çünkü yokluğun kabulü varlığın da kabulüdür.

 

Bütün dillerin sözlüklerinde yüceltilerek haklı bir yere konan “hoşgörü” kelimesinin mevsimi olması ramazan için evrensel bir anlam demektir. İyilik demidir her zamankinden fazla, paylaşmanın vaktidir.

 

Paylaşmak deyince aklımıza hep ihtiyaç sahiplerine yardım etmek gelir. Bu, bizim insanımızın berdevam bir hassasiyetidir. Sadece belli zamanlarda ortaya çıkmaz. Ne güzel bir haslettir. Paylaşmak aynı zamanda ikindi hüzünlerini, vaktin telaşını, anlayışın güzelliğini birlikte duyumsamaktır.

 

Meşhur eski ramazanlardan bir kesit geliyor aklıma. Hani Şaban’ın (Kemal Sunal) at yarışı tahminleri yaptığı dolmuşların vakti. Kıbrıs Meydanı’ndan binebildiyseniz şanslısınız demektir. Bahçelievler o zaman çift şerit. Kıbrıs Meydanı boydan boya çift şerit. Ramazan ikindilerini akşam ezanına bağlayan vakitlerde dolmuş muavinlerinin, arkası arkasına durakların adlarını (güzergâhı) büyük bir şiirsellikle bağıra çağıra sıraladıkları zamanlar. Hep hayranlıkla bakardım o insanlara. Başbakanlık korumalarına taş çıkartırcasına hareket eden dolmuştan inip binmeleri, tek ayak üzerinde kocaman kapıyı ve içindekileri kontrol edip bir de para toplama işini yapabilmeleri öyle azımsanacak bir meziyet değildi doğrusu. Daha da önemlisi kimseyi o saatlerde yolda bırakmamak adına herkese yer bulabilmeleri hâlâ düşündürür beni.

 

Anlayışın, hoşgörünün, paylaşmanın en güzellerini işte bu kalabalık içinde görebilirdiniz. Zaten dolu dolmuşa bir sonraki durakta bir kadın-kız yolcu binmek için harekete geçerse hiçbir uyarıya gerek görülmeden en az üç dört kişi iner, yer verir, geri binerdi. Aynı sahneyi defalarca yaşamışlığımız vardır. Mademki aynı dolmuştayız demek ki mahalledendir. Kim olduğunun önemi yoktur. Gereken nezaket gösterilecektir. Çok gittim tek ayaküstünde kapıdan sarkarak. İçeride olanlar böyle durumda olanları kollarıyla kelepçeler korurlardı. Kimsenin düştüğünü yaralandığını görmedim. Öylesine kalabalıkta hiçbir kadının taciz edildiğine şahit olmadım. Hele, henüz yoldayken ezan okunursa eve giden iftariyeliklerden birer parça koparılır ve oruçlar açılırdı o dolu dolmuşun içinde. Mutlaka lokmalık bir şeydi. Henüz plastik sular yoktu. İmkânlar o kadar gelişmiş değildi, dolmuş dar olmasına dardı ama insanların yürekleri genişti. Başka nasıl açıklanır ki?

 

Akşam ezanı bittikten sonra ilk lokmaların verdiği o sarhoşluğun mahmurluğuna karışırdı çalan Ferdi Tayfurlar, Müslüm Babalar, Orhan Gencebaylar…

 

Ramazan güzeldir.

 

Muhabbetle…

Yazarın Diğer Yazıları