Ömer Akpınar

Entelektüel Hastalık

Ömer Akpınar

Günümüzün entellektüel dünyasında yaygınca görülen bir sendromdan bahsetmek istiyorum. İki kelimeyle ifade etmek gerekirse “harekete geçememe” olarak tanımlanabilir. Yani düşündüklerini uygulama aşamasında başarısız olma endişesini taşımak olarak da açıklamasını yapılabiliriz. Yani toplum baskısı ve çevre tepkisi gibi faktörler nedeniyle gerekenleri gerektiği gibi yapamamaktır. 

Bir gerçeği düşünmek ayrı, bilmek ayrı, görmek ayrı, dile getirmek ayrı ve o gerçeğin yaşanması için hayatını vakfetmek ise apayrı bir şeydir. Düşünen ama bilemeyen, bilen ama göremeyen, gören ama dile getiremeyen, dile getiren ama yaşayamayan o kadar çok insan var ki. Bunların her birisinin aralarındaki fark yaptıkları kadardır.

Çoğu zaman insan doğrunun ne olduğunu bilir. Ama kendinde doğruları savunacak cesaret bulamaz. Kimi insanlar ise cesurdur, ama doğruları ikame edecek kadrosunu yetiştirmemiştir. Kimi insanlar da doğruları bilir, yetişmiş hazır kadroları vardır ama onlara aşk ve şevk veremez. Onlara bir ruh, bir heyecan veremez. Bu hal demiri tavlamadan örs üzerinde çekiçlemeye benzer ki istenen şekil ve kıvama asla getirilemez.

Kısaca buna; gerçeği bilip de yaşayamamak diyebiliriz. Yani teorisyen olarak kalmak yâda bir başka deyimle hareket ve icraat planında kılını kıpırdatmamak diyebiliriz. Dava adamı olarak meydana çıkmaya çekinmek; gayretli girişimlerin meyvesini toplamaktan yoksun bırakır. Dolayısıyla eserlerini okuyacak nesiller yetiştirememek, teorisyenlerin düştüğü bir durumdur. Allah aşkına! Beyinde bir fikir olarak kalan bir kurtuluş formülünün kime ne faydası olabilir?

İşte günümüz dünyasının entellektüel hastalığı bu. Bu hastalığın semptomları protokollerde ön sıralarda olmayı istemek, ama işin harcını karmaya ve temelini atmaya gelince, yapması gereken bir işinin olduğunu hemen hatırlatıvermek, bol bol içi boş vaatlerde bulunmak... Vesaire… Bunun gibi daha pek çok belirtiler sıralayabiliriz. Bu hastalık tablosu zaman içinde önemli mekânlarda boy gösterme girişimleri olarak da seyredebilmektedir.

Bütün bunları bir kenara bırakarak bu hastalığın reçetesi ne olabilir? Biraz da onun hakkında kafa yoralım. Bu teoride kalmaktan ileriye geçmeyen gerçekleri kuru kuruya bilmek haletinden kurtulmak ancak ve ancak yanlış yaparsam nasıl tepki toplarım kaygılarından sıyrılarak, ‘yapa yapa doğruya ulaşırım’ düşüncesiyle yola çıkma kararlılığını gösterebilmektir.

Çünkü aksiyon adamları laftan çok icraat; söylemden çok eylemle başarıya ulaşırlar. Çünkü bir aksiyon adamı, ciddi ve vakur hareketleriyle konuşur. Onun konuşmalarından çok icraatları kabul görür. O laf ile peynir gemisinin yürümeyeceğini bilir. Kuru laflardan ziyade şahsiyetinin aynası olan makbul işleri tamamlar ve başarıyla ortaya koyar.

İşte biz bunu konuşmalıyız. Toplumları peşinden sürükleyen ve ‘Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz’ dedirtecek dava adamları olabilmek, olamıyorsak da yetiştirebilmek. Fakat dava adamı olabilmenin bir bedeli olan acılarını ve bu yolda gitmenin sancılarını çekmek insana ağır gelir çok da hoşuna gitmez.

Devlet adamı gelecek nesilleri düşünür makro planlar yapar. Siyaset adamı ise gelecek seçimleri düşünür ve günü kurtarmanın planlarına soyunur. Hepimiz bir devlet adamı hassasiyetiyle hareket ederek gelecek nesillere daha güvenli ve huzurlu bir zemin hazırlama gayret ve girişimlerinde olmalıyız.

Buna duyarsız kalmakla her geçen gün halktan, kendimizden ve hedeflerimizden uzaklaşırız. Çünkü ezilen kalabalıkları yalnız bırakarak, tuzu kuru elitlerle beraber olma fikri; bizi biz olmaktan çıkaran düşüncelerdir. Aydın olmak sorumluluk gerektirir. Bir aydın olarak bu sorunlara karşı duyarsız kalamayız. Artık bunun kaygısını ta içimizde duymamız gerektiğine inanıyorum.

Yazarın Diğer Yazıları