Şule Kirişci

Gündemler arasında bir kahve molası iyi olur

Şule Kirişci

600 yıllık acı tatlı uzun geçmişiyle birçoğumuzun her gün tükettiği kahve…

Yeri gelir, tatlı sohbetlerin bahanesidir; yeri gelir, bir yastığa baş koymak üzere çıkılan yolda kalplere müjde olur… Çoğu zaman da yoğunluklarınıza küçük bir ara olur. Benim de niyetim, ülkemizin yaşadığı bunca yorgunluğun ortasında küçük bir mola vermek…

Bazı zamanlarda ise kahve, yudumlarken damakta bıraktığı rayihasıyla, geçmişten gelip geleceğe hikâye olur, iz bırakır. Henüz ilkokul öğrencisi olduğum zamanlarda bazı günler okuldan eve geldiğimde muhteşem bir kahve kokusu karşılardı beni. Anlardım ki, yine dedem kahve kavurmakla meşgul…

Kahveyi çekirdek olarak alır, sonra onu bir güzel kendi eliyle kavururdu. Kavururken öyle bir özen gösterirdi ki kahve kendini tavada sultan sanırdı. Sanki ateşin üzerinde olduğu için değil de kendine gösterilen bu ihtimâmın hakkını vermek üzere yavaş yavaş kızıla, ondan da “kahverengi” dediğimiz renge dönüşürdü. İlk o zaman görmüştüm kahve çekirdeklerinin aslında yeşil renkte olduklarını...

Sonra sarı, parlak renkli bakırdan yapılmış silindir biçimindeki kahve değirmeninde çekerdi. Arada bir değirmeni açar, istediği inceliğe ulaşıp ulaşmadığına bakmayı ihmâl etmezdi.

Kahvenin kavrulma ritüelini hayranlıkla izledikten sonra, sıra değirmendeki çekilme sırasında çıkan çıtırtı seslerini dinlemeye gelirdi. Çocukluk işte! Ne çok şeyi izlemişim…

Dedem kahve konusunda tam bir keyif ehliydi. Bakır cezvede pişen kahvesini, her sabah ahşap evin, yazları ayazında oyma işiyle bezeli sandalyesinde, kışınsa işlemeli örtülerle bezenmiş sedirin üzerine oturup yudumlardı. Ha bu arada, asla pijamalarıyla içmezdi kahvesini. Önce işe gitmek üzere hazırlanır, takım elbisesini giyinir, kravatını takar, öyle içerdi. Bu, dedemle birlikte yaşayarak yazdığımız kahve ile dostluk hikâyemiz…

Şimdi gelelim kahvenin kendi hikâyesine…

Kahvenin sırrı

Bizler öteden beri kahve için “Yemen’den gelir” desek de kaynaklardan edindiğim birbirine yakın bilgilerin ortak ifadesine göre kahvenin başlangıç noktası, Habeşistan (Etiyopya) topraklarının Kaffa bölgesi. Sonrasında Yemen, Mekke, Kahire ve Şam’ın ardından İstanbul’a ve İstanbul’dan sonra Avrupa’ya, dünyanın dört bir yanına uzanan yolculuğu var kahvenin.

“Arabica” ve “Robusta” denilen iki ana çeşide sahip olan kahve, 23 Kuzey-25 Güney paralelleri arasında yer alan ülkelerde yetiştirilebiliyor. Yetiştirilen ülkeleri üretilen miktar bakımından çoktan aza doğru sıraladığımızda, dünyada lider konumda bulunan Brezilya kahvesi, güneşte kurutulması nedeniyle diğer kahvelere göre daha meyvemsi ve fermente tadıyla ayrışmakta.

Bu sıralama Vietnam, Kolombiya, Endonezya, Etiyopya, Honduras, Hindistan şeklinde devam etmekte…

Hindistan menşeli kahveler farklı aromaya sahipler. Zira burada üretimi gerçekleştiren küçük çiftçiler, kahve yetiştirdikleri topraklara aynı zamanda tarçın ve kakule gibi baharat ekimi de yapıyorlar. Son üçte ise Uganda, Meksika ve Guatemala var.   

“Petrolden sonra en çok ticareti yapılan ürün” unvanına sahip bu meyvenin, keşfediliş şekli bakımından farklı hikâyeleri olsa da bunların hepsi birbirine benzer özellikte.

Etiyopya’da köle ticaretinin yaya olarak yapıldığı yol üzerinde köleler, yol kenarlarındaki kahve ağaçlarının kırmızı meyvelerini çiğneyerek tükürürlermiş. Çiğnedikleri bu kırmızı meyve, kölelere yolculuk esnasında enerji sağlarmış. Bu durumu fark eden tüccarlar, kahve çekirdeklerini toplayarak ticaretini yapmaya başlamışlar.

Kahvenin Etiyopya’dan sonraki durağı Yemen’de keşif hikâyesi ise şöyle: Keçilerini otlatmaya götüren “Khaldi” adındaki çobanın yorgun ve uyuşuk hâldeki keçileri kahve ağaçlarının meyvelerini yer ve canlanırlar. Bunu gören çoban Khaldi bu meyveleri dener ve kendisini dinç hisseder. Çobanın durumu fark etmesiyle kahve ağacının meyvesi de bilinir hâle gelir.

Kahvenin Türkiye’ye gelişi bazı rivâyetlere göre “Hükm” ve “Şems” isimli iki Suriyeli tarafından 1950’li yıllarda gerçekleşmiş. Bazı kaynaklarda ise Kanunî Sultan Süleyman döneminde Yemen Valisi Özdemir Paşa tarafından getirildiği ve tadına hayran kalan Kanunî Sultan Süleyman sayesinde bu muhteşem içeceğin kısa bir süre içinde Osmanlı’da yayıldığı bilinenler arasında. Hattâ saray mutfağında özel olarak yetiştirilmiş ve bir de kahve yapması için Kahvecibaşı tayin edilmiş. Bu kişiler, sır tutmasını bilen bilge kişiler arasından seçilirlermiş.

Son olarak, ‘Bir fincan kahvenin kırk yıllık hatırı var’ sözünün hikayesi ile nokta koyalım.

Günün birinde Rum gemi kaptanına bir fincan kahve ikram eden Üsküdarlı bir kahve satıcısı, 40 yıl sonra savaşta esir düşer. Kendisine kahve ikram eden kahveciyi tanıyan kaptan, kahveciye yardım eder. Kahveci, kaptana neden böyle yaptığını sorunca, Rum kaptan, kahveciye, “Bana kırk yıl önce kahve ikram etmiştin” der.

Cumhurbaşkanımızın liderliğinde Türkiye, değişimin, dönüşümün ve reformların adresi oldu. Dev yatırımlarla donatıldı. Sağlıktan eğitime, ekonomiden enerjiye ve ulaşıma kadar her alanda atılan adımların ülkemize kazandırdıkları açık ve net! Yerli ve millî anlayışın hayata geçirilmesiyle savunma sanayiinde birçok proje hayata geçirildi. Dış politikada bölgesinde ve dünyada söz sahibi ülke durumuna geldi. E bu kadar emeğin de bir hatırı olsa gerek…

Huzurun eşlik ettiği kahveleriniz olsun efendim…
 

Yazarın Diğer Yazıları