Sedat Kazancı'nın kaleminden 'Baba Ocağı'
Sedat Kazancı sosyal medya hesabından yaptığı Baba Ocağı yazısında: 'Baba ocağı demek çocukluk demek, kardeşler demek, anne-baba demek, aile demek, yaşanmış sevinçler, yaşanmış hüzünler demek, sığınacak liman demek, sevgi demek, şefkat demek, kısacası hayat demek…'
Dünyada baba ocağının yerini alacak başka bir yer var mıdır bilemiyorum diyen Kazancı, paylaşımında şu ifadelere yer verdi: “2008 Yılı idi, bir sabah kısa bir baygınlık geçirdim evimde, tansiyon düşmüştür filan desek de halimize bırakmadılar. Sonra, soluğu Yörükselim Devlet hastanesinde aldım. Röntgen, tahlil, muayene derken doktor anjiyo yapacağız dedi, oysa hiç öyle bir şey beklemiyordum, hiçbir sağlık sorunum yoktu. Bir an da sırtımdan terler aktı, allak bullak oldum, oysa hastalık randevuyla gelmiyor neticede hangi yaşta kime geleceği bilinmez, ama ilk etapta kabullenemiyor işte insan. Bana bir holter cihazı bağladılar ve yarın şu saatte gel anjiyo yapacağız dediler.
Hastaneden nasıl çıktığımı bilmiyorum, bir anda kendimi divanlı mahallesine giden otobüste buldum, anladım ki kuyucak'da ki baba ocağına yönelmişim. Ne de olsa sığınacak liman…
Annem açtı kapıyı, beni görünce ikisinin de yüzleri güldü, gözleri ışıldadı. Hal hatır faslından sonra annem her zamanki gibi mutfağa daldı illaki bir şeyler yedirecek, babam da şunu da getir bunu da getir diyerek menüyü zenginleştirme derdine düştü. Belli etmemeye çalışıyorum ama annemin ve babamın yüzlerine her zamankinden daha derin bakıyorum, ruhsatsız silah taşıyormuş gibi holter cihazını göstermemeye gayret ediyorum. Kalkma vakti gelmişti, daha eve gidecektim eşim ve çocuklarım bekliyordu. Her ikisine de sıkı sıkı sarıldım, ellerinden öpüp hayır dualarını alarak ayrıldım baba ocağından.
Ertesi gün, tebessümü ile adeta erken tedavi uygulayan Dr. Ekrem Aksu anjiyomu gerçekleştirdi, çok şükür kalpte bir sorun yoktu ama kolestrol için ilaç kullanmam gerektiği söylendi. (Kaderin cilvesi olsa gerek doktorumla 2018 yılında tıp fakültesinde tekrardan kesişti yollarımız ama bu sefer boş yollamadı bir adet stend taktı sağ olsun.)
Annem duymuş, yavrum ne oldu sana diyerek telefona sarılmış hemen. İyiyim bir şey yok merak etmeyin desem de ana yüreği işte. Babama bir gün sonra duyurmuşlar, illa ki sesini duyacağım demiş. Önden şart koştum bakın ağlayan olursa beni çok üzersiniz diye. Ben ne kadar iyiyim desem de, bir şey çıkmadı desem de belli ki kafalarında hala bizden bir şeyler saklıyorlar endişesi var.
Aradı babam, belli ki kendini çok zor tutuyordu. Babacığım iyiyim ben merak etme dedim.
Kısa bir sessizlik oldu ve ağzından zoraki ‘'tamam da oğlum daha çok erken'' sözleri döküldü, ikimiz de sustuk telefon başında, o metanet abidesi babamın göz pınarlarından süzülen yaşları görür gibi oldum, telefonu nasıl kapattığımı hatırlamıyorum. O gün anladım ki hayatta olan anne-baba için evlatlarının yaşı kaç olursa olsun hastalık için erkendi. Oysa yavrusunun elinden tutamamış, kucağına alamamış, nice genç yaşta vefat eden babalar vardır.
Babam 01.11.2011 tarihinde vefat etti.
Zaman öylesine akıp gidiyor ki, maalesef sevdiklerimize yeteri kadar zaman ayıramıyoruz. Hayatta olan anne-babalarımızın kıymetini bilelim, hayır dualarını alalım bir gün bizlerde aynı konuma düşeceğiz işte, Baba ocağını unutmayalım. Şu fani dünyada kırmaya, incitmeye, üzmeye gerek yok bir birimizi. Giden geri gelmiyor vesselam.
Bu vesile ile vefat eden büyüklerimize birer Fatiha yollarız inşallah.
Ben duygularını çok dışa vuran bir insan değilim normalde, ama herhalde yaşlanıyoruz. Bunları niye mi yazdım?”