Yazmak Üstüne!
İnsanlığın evrensel ortaklıkları, tarihin başlangıç sayıldığı yerden daha geriye giderek bir listeye tabî tutulsa, sayılabilecekler arasına mağara duvarlarına yapılan şekiller de girmeye hak kazanır. İnsanın kendini ifade etmesinde, ötekiyle iletişim kurma çabasında en ilkel zamanlardan bu yana , resim, çizgi ve çizgilerin şekil almış halleri vazgeçilmez olmuştur. Bugün, çeşitli şekilleriyle hazır bulduğumuz ve gelişimine çok da kafa yormadığımız yazmak eyleminden bahsediyorum.
Anlaşılan o ki, bu eylem, tarihin başlangıcı diye öğretilen yazının bulunuşundan daha eski olsa gerek. Yazı dilinin ortaya çıkışıyla birlikte başlar tarih. Çünkü kayıt başlamıştır. Yazmak eylemi dahi kendi kaydını kendisiyle tutmuştur.
Yazmak; bilmektir, bilinmeyi istemektir. Bir bakıma beka duygusunun dışavurumudur. Her ne kadar 'okuma-yazma, okur-yazar' diye ifade edip hep ikinci sıraya konulsa da bu bir sır perdesinin arkasına saklanmaktan başka bir şey değildir. Okumak, yazmanın perdesidir. Sırdan habersiz olanlar sadece okurlar. Perdeyi asıl sanmaktır bu.
İnsanın varoluşundan bu yana birikimidir yazmak. İçinde hayat bulduğumuz mevcut zamanın inşası mevcudiyetini bu eyleme borçludur. Adına medeniyet, uygarlık ya da ümran deyin ne çıkar? En çok söyleneni ile kuralım cümleyi. Yazmak, medeniyet inşa etmektir.
İnsan, içinde dünyalar barındıran varlıktır. Malumunuzdur belki de: ' Her adem bir alem, her alem bir adem,' ifadesi. Madem ki ademi alem gören bir bakış var, o halde alemin sırrı ademde saklıdır. deme dair sırrın çözümünün kıyamete kadar süreceği düşünülürse geçmiş zamanların tecrübeleri vazgeçilmezdir. İşte yine yolumuz yazmak eylemine düştü. İlginç değil mi?
Yazmak, asil bir eylemdir insana dair…
Farz-ı kifayedir, sorumluluktur. Her kişinin işi değildir.
Grupların, yığınların, toplum ya da toplulukların bir merkez etrafında, ortak bir bilinç ve duyuşla millet olma kemaletine erebilmesi yazmak eyleminin sırtında taşıdığı ağır sorumluluklardan birisidir. Çünkü tarih, kültür, dil milleti millet yapan temel unsurlardır. Dil, yazıyı mecbur kılar ki, yazısı olmayanın dilinden bahsedilemez. Dilsiz, tarih de kültür de olmaz, olamaz.
Edeptir, muhabbettir, sevgidir yazmak. Emeğe saygıdır. 'Bir harf öğretene köle olmayı' gönüllü göze almanın ne demek olduğunu iyi anlamaktır. İnsan fıtrat üzere edeplidir.
Yazmaya iddiası olanların belki de en çok dikkat etmesi gereken nokta, bu işin edebi, emeğe saygı ve sorumluluk noktasıdır. Kişi bu yolda kendisine bir kelime katanın hakkını gözetmelidir. Aksi takdirde 'Ben oldum!' çukurunun dibini boylar ki, o dibe ip yetmez.
Hele bir de yazmak fiilini 'Oku' emriyle birlikte düşünmeye kalkar isek, işte o zaman bir titreme sarar ehl-i sırrı. Ya nasip!
Muhabbetle…