• Haberler
  • Gündem
  • Finlandiya ve İsveç FETÖ'cü ve PKK'lı teröristleri iade etmiyor

Finlandiya ve İsveç FETÖ'cü ve PKK'lı teröristleri iade etmiyor

Türkiye Belediyeler Birliği (TBB) Meclis Toplantısı'na katılan Bakan Bozdağ, yargı reformlarıyla ilgili bilgiler aktardı. Bozdağ, 'Son günlerde Türkiye'nin, NATO üyeliğine müracaat eden İsveç ve Finlandiya'ya ilişkin tutumu tartışılmaktadır. Türkiye'nin tutumunda herhangi bir sorun ve sıkıntı yoktur. Doğru bir tutumu Türkiye takınmıştır.' dedi.

Demokrasi yerelde başlar, hep öyle söylüyoruz diyen Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, şunları söyledi: “Yerelde başlayan demokrasiyi güçlendirmenin bir yolu da yerel yönetimlere güvenmek, onlara inanmak, onlara yetki ve görevler tevdi etmek ve bu konuda da onların arkasında dağ gibi durmayı gerektirir.

Türkiye’de 1930 yılından beri uygulanan eski Belediye Kanunu, 1580 yanılmıyorsam, tam 74 yıl, uygulandı. Hükümetler, parlamento zaman zaman bu kanunun bazı maddelerini değiştirme yoluna gitti ama bu kanunu demokratikleştirme yerelde halkın milli iradesi ile seçtiği belediye başkanlarımızın ve belediye meclislerimizi güçlendirme, onlara inanma ve onların arkasında durma anlamında kanunda önemli değişiklikler maalesef yapılmadı. Belediyeler korkulan, başkanlar çekinilen, belediye meclisleri yanlışları varsa, hemen düzeltecek bir vali, kaymakam oluru imzası aranan, doğrudan kamu kurumu ve kuruluşları ile yazışma yetkisi olmayan belediyeler vardı.

Ben şimdi soruyorum. Belediye başkanımız kendi bütçesini Meclis hazırlıyor değil mi? Kesin hesap bütçesini ilçede kaymakam, ilde vali onaylamazsa bir kıymeti harbiyesi yok.  Kendi bütçesini onaylamayan ve onaylayamayan kanunun buna izin vermediği bir başkan ne kadar güçlü olabilir. Belediye meclisi kararlar alıyor, ilçede kaymakam, ilde vali onayına tabi. O belediye meclisinin demokratik, güçlü, halkın iradesini yansıtan ve dediği dedik olan bir yapısı var mı, var. Vali ile çatıştın, kaymakamla çatıştın sıfır belediye meclisi kararı. Ve belediye başkanlarımız, belediyelerimiz herhangi bir kamu kurum ve kuruluşu ile yazışmak istediği zaman kaymakam aracılığıyla ilçelerde, ilde ise vali aracılığıyla yazışabiliyordu. Yani devlet o zaman ki kanunlarımız, o zaman ki iktidarlarımız belediye başkanlarına doğrudan yazışma hakkı dahi tanımıyorlar, güvenmiyorlar. "Acaba valinin kontrolünden geçmeyen, kaymakamın kontrolünden geçmeyen bir yazışma yaparlarsa ne gibi işler başımıza açılır", kanun bu konuda kapıları kapatmış, yetkileri belediye başkanlarına vermemiştir. Tüm bunları değiştiren, belediye meclislerini güçlendiren, Büyükşehir Yasasını hayata geçirerek adeta büyükşehir olan yerlerde belediyeleri daha güçlü ve kudretli bir yapıya kavuşturan, diğer il ve ilçe, belde belediye başkanlarımızın hem hukuki anlamda görev ve yetkilerini arttıran hem demokratikleşme ve hukuk devleti yönünde onlara güvenen ve onlara inanan bir anlayışı 2005’te yeni yürürlüğe koyduğumuz Belediye Kanunu ile biz devreye soktuk.

Tabi belediyelerimizin imkanları da iyi değildi. Neden derseniz, 2002’de biz iktidara geldik. Hiç unutmuyorum. O zaman ki rakamlar nedir ne değildir diye şöyle bir baktığımızda; Türkiye’nin bütün belediyelerine o yıl aktarılan rakam sayısı 4,7 milyar TL. Aradan işte yirmi yıl geçti, 2020 yılı kesin rakamı 95 milyar TL, sadece genel vergi bütçesinden gelen paralardan aktarılan pay bu da. 4,7 milyar TL nere 95 milyar TL nere? Yaklaşık yirmi kattan fazla belediye gelirlerinde artışlar sağladık.


Son zamanlarda medyadan takip ettiğimiz kadarıyla sokak köpeklerinin sahipli sahipsiz, insanlarımıza saldırması bazı çocuklarımızın, gençlerimizin, yaşlılarımızın yaralanması bazısının sakat kalması çok az da olsa bazılarının vefat etmesi sonuçlarını ortaya koyduğunu görüyoruz. Hayvan haklarını koruma konusunda ciddi yasal düzenlemeler yaptık. Belediyelerimize de ciddi görevler yükledik burada. İnsanımızın yaşam hakkını korumanın yolu sokak hayvanlarının da yaşam hakkını korumaktan geçiyor. Eğer sokak hayvanlarını koruma altına almaz, onlara güvenli bir yaşam ortamı sağlamaz, sokakta gezdiklerine göz yumar, tedbirler almaz ve onların güvenli ortamda yaşamasını temin etmezsek, yaralanan her çocuktan veya gençten insanımızdan dolayı bizim her birerimizin manevi sorumluluğu vardır. O nedenle bu meseleyi hükümetin belediyelere yüklediği bir angarya gibi görmek yerine insanımızın huzur, mutluluk, yaşam hakkını korumak için bu hayvanların güvenli bir ortamda yaşamını sağlamak olduğu bilinciyle hepimizin hareket etmesinde büyük bir fayda vardır. Öyle görünüyor ki 8 milyondan fazla sokak hayvanı var Türkiye’de. O zaman bunları zapturapt altına alacak, kontrol edecek, tedavilerini yapacak, besleyecek güvenli bir ortam oluşturacak belediyelerimizdir. Bu noktadaki gayretlerinizi tebrik ediyorum. Ama bu gayretlerin yeterli olmadığı da çok aşikar bir şekilde gözüküyor. Onun için burada daha fazla gayrete daha fazla çabaya buraya ciddi yatırımlar yapmaya ihtiyacımız var. Buraya yapılan yatırımları diğer yatırımlar gibi çok önemli yatırımlar olarak görmemiz gerektiğinin altını çizmek istiyorum.


Yargıda birliği sağlayan adımlar attık

İki, hak arama yollarını çoğaltan yeni demokratik adımları hukuk devletinin gereği olan adımları da hukukumuza kazandırdık. Bilgi edinme hakkını Anayasamıza koyarak her bir vatandaşımızın kendisiyle ve kamuyla ilgili konularda bilgi edinme hakkını verdik. Şimdi vatandaşlarımız müracaat ettiğinde bilgi edinme hakkında istifade ile her türlü bilgiye erişim hakkını getirdik. Kişisel verilerimiz nerede belli değil? Kimin elinde ne kadar nasıl yapılıyor bir koruması var mı yok mu bilen yoktu. Anayasaya kişisel verileri korumayı bir hak olarak koyduk. Her bir vatandaşın, kendine ait devlette ne veri varsa ona ulaşma, ulaştığı veri eksikse tamamlama, yanlışsa sildirtme amacına uygun kullanılmış mı kullanılmamış mı bu verileri bir bir denetleme hakkını verdik. Maalesef bu verdiğimiz hakları vatandaşlarımıza tam anlatamadık ve Kişisel Verileri Koruma Kurulu diye bir bağımsız kurul kurduk. Bu verileri korumada hukuka aykırılıklar varsa onları takip eden sistemi kuran uygulayan ve vatandaşımızın her türlü verisini hukuk devletine uygun bir şekilde koruyan önemli bir düzenlemeyi hayata geçirdik. İdarenin işleyişi ile ilgili şikayetleri incelemek üzere Kamu Denetçiliği Kurumunu kurduk, diğer bir ifadeyle Ombudsmanlığı kurduk. Bu da ayrı bir denetim yolu. Bilgi edinme bir denetim yolu, ombudsmanlık bir denetim yolu, kişisel verilere erişim hakkı bir başka denetim yoludur. En önemlisi de Anayasa Mahkememize bireysel başvuru yolunu getirerek bütün bu idareyi denetleme yollarını taçlandırdık adeta. Anayasa Mahkememize bireysel başvuru yolu imkanının tanınması ile adeta Türkiye’nin yerel insan hakları mahkemesi haline dönüştürdük biz. Onun için de önemli adımları attık diyoruz. Böyle sessiz devrimler diyeceğimiz devrimler değil, geçmişte öyle dedik ama bunların uygulaması var artık sesli ortada. Herkes de sahip çıkıyor.

Anayasamızın 90. maddesine Türkiye’nin taraf olduğu insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelerle kanunumuzun çatışması halinde uluslararası hukuka üstünlük verdik, doğrudan uygulanmasını sağlayan adımı hayata geçirdik. Bunlar bizden önce yoktu. Yaptılar da ellerini tutan mı oldu? Bırak getirmeyi konuşmaya yürekleri yetmiyordu kimsenin.

Yargıda birliği sağlayan adımlar attık

Bir devlet tekdir hani diyor ya Cumhurbaşkanımız ‘tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak.’ Bu teklikte yargı da tek olur ama Türkiye’de bir askeri yargı vardı, iki askeri Yargıtay vardı, üç askeri yüksek idare mahkemesi vardı bir de Danıştay’ımız var şimdi askeri yüksek idare mahkemesine tekabül ediyor. Yargıtay’ımız var bir de sivil yargımız var. Biz iki devlet miyiz? Tek devletiz. Yargı da tek olacak kanunlarda tek olacak özel kanunlar olabilir ama yargıda birliği sağlayan adımları attık ve askeri yüksek idare mahkemesi, askeri yargı, Askeri Yargıtay’ı tamamen kaldırdık. Çok büyük bir reform. Devlet güvenlik mahkemelerini, özel yetkili ağır ceza mahkemelerini, terörle mücadele kanunu 10. maddesine göre kurulmuş yine özel yetkili mahkemeleri ayrıcalıklı usullerle yargılama yapmasına son vererek kaldırdık ve büyük bir normalleşmeyi hayata geçirdik.

Türkiye doğru tutum takınmıştır

Son günlerde Türkiye’nin NATO üyeliğine müracaat eden İsveç ve Finlandiya’ya ilişkin tutumu tartışılmaktadır, esasında Türkiye’nin tutumunda herhangi bir sorun ve sıkıntı yoktur, doğru bir tutumu Türkiye takınmıştır, hatırlarsanız Kıbrıs harbini yaşadık, biz NATO üyesiydik o zaman Yunanistan NATO üyesi değildi, bir dünya bize NATO dahil ambargo uyguladı. Yine hatırlayın Suriye’de oradaki yaşanan olaylarda, Türkiye’nin topraklarına her gün bombalar düşerken ve Suriye sınırından ülkemize insanlar ölümle yaşama tercihi noktasında bırakılırken “Yasak bölge ilan edin” dedik, etmediler, “NATO üyesiyiz destek verin” vermediler, ne Avrupa Birliği verdi, ne NATO verdi. Şimdi bakın Ukrayna’ya, her şeyi veriyorlar. Biz NATO üyesiydik, şimdi Ukrayna NATO üyesi değil. Her şeyi veriyorlar ama NATO üyesi olan Türkiye’ye hiçbir şey vermiyorlar. Bizim bunu görmemiz, geçmişte Yunanistan’ın, Cumhurbaşkanımızın ifadesi ile alınma sürecini de hatırlayarak, önümüze ona göre bakmamız lazım. Bize verilen sözlerin tutulması, sözden daha kıymetlidir. Çünkü Türkiye kendisine verilen sözler tutulmamada adeta şampiyon bir durumda. 1960’lardan beri Avrupa Birliğinin kapısında olan ülkemizi kaç defa Türkiye’ye verilen sözleri, daha doğrusu “Türkiye’nin verdiği taahhütleri Türkiye yerine getirirse, Türkiye’yi alacağız” dedikleri halde almadılar. Her defasında oyun içerisinde kural değiştirdiler. “Kopenhag” dediler yaptık, “Maasricht Kriterleri” dediler yaptık. Daha sonra 28 tane ilave kriter, 2016 Haziran’ında “Size serbest dolaşım hakkı vereceğiz” dediler yaptık. Sonra 5 tane daha bizim huzurumuza madde getirdiler. “Kıbrıs Rum Yönetimini almayacağız” dediler, Annan Planı’nı onayladık, biz onayladık Türkler onayladı, Rumlar onaylamadı, gittiler Kıbrıs Rum Yönetimini aldılar. Her defasında Türkiye’ye karşı verilen sözü tutmayanlar, Türkiye bütün yükümlülüklerini yerine getirdiği halde adil davranmayanlar ortada. Burada bizi, hükümetimizi, ülkemizi suçlayacak bir şey yok. Türkiye’ye karşı ikiyüzlü siyaseti görüyoruz, şuanda terör örgütlerine de maalesef pek çok Avrupa Birliği ülkesi ve ABD ciddi, aleni destek veriyor. İşte bunların başında da Finlandiya geliyor, İsveç geliyor ve Türkiye’nin iadesini talep ettiği FETÖ’cü teröristler, PKK’lı teröristleri daha bir tanesini bize iade etmediler. İşi düşünce Türkiye’ye herkes geliyor, sözlerin en güzelini söylüyorlar, işini gördükten sonra ne söz var, ne güzel söz var, hepsi kaybolup gidiyor. Onun için buradan şunu da ifade etmek isterim; Türkiye’yi değerlendirenler artık Türkiye’nin sıçrayıp geldiği noktayı görerek değerlendirsinler. Terör örgütlerini Türkiye’ye tercih edenler, Türkiye’nin tercihlerinin yanlışlığını değil, kendi tercihlerinin yanlışlığının kendilerine kaybettirdiğini görsünler. Görmezlerse ne olur? Zaman kaybederler. Ama eninde sonunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti öğretme kapasitesi ile gördürme kapasitesi ile duydurma kapasitesi ile onlara bunları öğretecek, göremediklerini gördürecek, duyamadıklarını duyduracaktır. Allah’ın izniyle yolumuza güçlü bir şekilde birlik içinde devam edeceğiz, Allah bu millete bu devlete zeval vermesin." dedi.
 

Bakmadan Geçme