Milletvekili Öçal: 28 Şubat, başörtüsü zulmünün çok daha ötesinde
Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Kahramanmaraş Milletvekili Habibe Öçal, '28 Şubat'ın ortaya çıkardığı tahribat, Kenan Evren dönemindeki üniversitelerde uygulanan başörtüsü zulmünün çok çok daha ötesinde bir durumdu.' dedi.
Başörtüsü taktığı için Kenan Evren döneminde okuduğu üniversiteden atılan, 5 yıl sonra afla döndüğü okulundan mezun olan ve öğretmenlik hayatına yeni başladığı dönemde de 28 Şubat'ı yaşayan genç bir anne olan AK Parti Kahramanmaraş Milletvekili Habibe Öçal, yaşadıklarını paylaştı.
Evren döneminde mütedeyyin kadınların psikolojik olarak en fazla hasar gören ve mağdur edilen kesimi oluşturduklarını anlatan Öçal, 17-18 yaşlarındayken gittiği okulundan başörtüsü taktığı için atıldığını söyledi. Öçal, şöyle konuştu:
"Genç bir çocukken böyle bir pratik edinmiştim. Hak arama, ayakta durma, söz sahibi olma, söz söyleme, mücadele etme konusunda açıkçası bir tecrübe ve kazanımım vardı. Tarih tekerrürden ibaret dediğimiz gibi. Türkiye'nin demokrasi hayatı, demokratik düzen sık sık müdahalelere gebe olduğu için, bu darbeler periyodik olarak tekrarladığı için 28 Şubat ilan edildiğinde biz yine o periyodik tekrarlayan kesintiler olarak bunu adlandırdık. Ama emin olun 28 Şubat'ın ortaya çıkardığı tahribat, Kenan Evren dönemindeki üniversitelerde uygulanan başörtüsü zulmünün çok çok daha ötesinde bir durumdu."
Hedef dindar kadınlar gibi görünse de bunun kadınları ayrıştırma, kutuplaştırma, kadını zayıflatma hamlesi olduğunu dile getiren Öçal, özel hayatlarında bir şey yokmuş gibi olsa da kamuda, üniversitede, lisede okuyan kadınların bu olumsuzlukları en çok yaşayanlar olduğuna işaret etti.
"Anadolu'dan, köylerinden, kasabalarından okumak için gelen yüz binlerce kız çocuğu küstürülerek evlerine gönderildi. Adeta hayatla bağları koparıldı. Kendilerine olan güveni ellerinden alındı bu kız çocuklarımızın." diyen Öçal, 9 çocuklu bir evin çocuğu olarak kendisinin de ilk defa şehir dışına üniversitede okumak için çıktığını anlattı. Öçal, "Ayaklarının üzerinde durmaya çalışan, kanatlarıyla uçmaya çalışan, 17-18 yaşlarında bir çocuğum. Adeta kanatlarım kırılarak, ayaklarım kırılarak, babaevine derdest edilerek gönderildim." dedi.
"Dik durmayı öğrendik"
Habibe Öçal, bu dönemi yaşayan kadınların dik durmayı, mücadele etmeyi öğrendiğini ancak ne kadar dik dursalar da hayata karşı bir küskünlük, insanlara karşı bir güvensizlik yaşandığını aktardı. Öçal, şunları söyledi:
"Ailem de o dönem başımı açıp okuluma, eğitimime devam etmemi isteyen bir aileydi, bizi değer, ahlak noktasında çok iyi yetiştirmelerine rağmen. Sülalenin ilk okuyan kız çocuğuyum, dışarı giden ilk kız çocuğuyum. Babam da üniversite okumuş, diploma sahibi bir kız evlada sahip olmak istiyordu. Ama buna rağmen ben inancımdan, inandığım değerlerden ödün vermedim ve eğitim hayatım sonlandırıldı."
Okuldan, vize ve finallere alınmadığı için atıldığını anlatan Öçal, "Vizelere finallere alınmayınca otomatikman sınıfta kaldık. Üniversitelerde, 28 Şubat'ta da o dönemde de atılan hiçbir öğrencinin atılma kararnamesinin altında 'irtica' falan yazmadı. Devamsızlıktan-disiplinsizlikten dolayı öyle bir ibare düşüldü bizim atılma kararnamelerimizin altında. Oysaki devamsızlığımızın sebebi başörtülü bir şekilde okula devam edememekti." dedi.
Öçal, atıldıktan sonra 5 yıl kadar üniversiteye gidemediğini ancak Turgut Özal döneminde çıkan afla tekrar döndüğünü ve okulunu bitirdiğini dile getirdi.
"Katbekat acı"
Milli Eğitim Bakanlığının öğretmen açığını o dönem 4 yıllık fakültelerden mezun olanlardan karşılaması üzerine 14 Ocak 1997'de Kırıkkale Irmak'ta göreve başladığını anlatan Öçal, "Kaderin garip cilvesi tam 40 gün sonra bu sefer de 28 Şubat ilan edildi." dedi.
Bunun Kenan Evren döneminden katbekat acı şekilde toplumu etkiyeceğini gördüğünü anlatan Öçal, daha hamileyken uyarılar gelmeye başladığını söyledi. Öçal, 25 Aralık 1997'de kızını dünyaya getirdiğini belirterek "26 Aralık günü Kırıkkale Devlet Hastanesine maaş kesim cezam tebellüğ ettirilmek üzere müdür yardımcısıyla gönderildi. Bu benim için çok acıydı. Bir anne, doğum yatağındasınız, doğum yapmışsınız, evladınızın daha kokusunu almadan devletin acı tokadıyla direk karşılaşıyorsunuz. Bir yere gidemem, kaçamam, göçemem, terörist değilim. Bu vatana hainlik yapmamışım. Herhangi bir şekilde topluma tehlike arz edecek bir fiilim, davranışım yok ama bir anneye doğum yatağında doğum odasında gelip de maaş kesim cezasının tebellüğ ettirilmesi..." ifadelerini kullandı.
Cezanın gerekçesinin de yönetmeliğe uygun davranmayarak sınıfa başörtülü girmek olduğuna dikkati çeken Öçal, maaş kesme cezasının ücretsiz izin kullandığı dönemde dahi devam ettiğini bildirdi. Öçal, "Yaz tatilindeyim yine maaş kesim cezam geldi. 22 ay kesintisiz maaş almadığım halde maaş kesim cezasıyla karşı karşıya kaldım." diye konuştu.
Öçal, mesleğini yapamaz duruma getirilmesinin çok ağır yaralar açtığına işaret ederek "Cezalar öyle bir hal aldı ki neredeyse günlük müfettiş takipleri haline dönüştürüldü. Tabii bunu fırsat bilen birtakım kendini bilmez kamu görevlileri işin insani boyutundan da çıkmaya başladılar. Bunu böyle bir intikam alma, kendilerini zorba düzene, vesayetçi düzene kanıtlama yoluna da giderek devlet memurları üzerine, kadınlar üzerine, kadınların kimliklerini, kişiliklerini aşağılayacak, hakaret edecek boyutta davranış ve tutum içerisine girdiler." dedi.
Sürgünler yaşadığını, Kırıkkale Üniversitesinde akademisyen olan eşinin de sıkıntı çektiğini aktaran Öçal, bunları çocuklarına, birlikte yaşadıkları kayınvalidesi ve kayınbabasına da yansıtmamaya çalıştıklarını dile getirdi. "Güçlü durmaya, dik durmaya gayret ettik." diyen Öçal, topluma dayatılan, giydirilmeye çalışan dar gömleği de yırtmak gerektiğine inandıklarını vurguladı.
Öçal, "el ele" eylemlerinin bu manada önemli olduğunu ve kendi imkanları ölçüsünde mücadele etme yoluna gittiklerini belirterek şöyle konuştu:
"Hiçbir zaman kabuk bağlamıyor onu söyleyeyim. 'Bu yara kabuk bağladı.' diyorlar, 'Acıyı çektik.' diyorlar. Ben yaraların kabuk bağladığına inanmıyorum. Bu yaralar hep açık. Öyle ki her andığımızda da burnumuzun direğinin sızladığını, gözümüzün yaşardığını hissettiğimiz zamanlar. Biz bunu anlatırken toplum bize diyor ki ‘Hala bu mağduriyetler, hala (mağdurum mağdurum), bunun ajitasyon kısmını yapıyorsunuz.’ Bunu yaşamayanlar bize telkin ediyor. Bu ajitasyon değil. Bizim bu yaramızın açık kalmasının sebebi şu: 'Acaba bir daha olacak mı? Biz bir daha bunları yaşayacak mıyız? Bir daha biz bunlarla terbiye edilecek miyiz? Tekrar bu şekilde toplum dizayn mı edilecek, hele hele kadınlar?' Altını çizerek söylüyorum, başörtülü kadınlar olarak adlandırmıyorum. Bütün kadınlar dizayn edildi. Bir kadın modeli çizildi, o kadın modeli toplumun hepsine dayatılmaya çalışıldı. 'Böyle yaşayacaksınız. Siz bu şekilde yaşayacaksınız, böyle oturacaksınız, böyle kalkacaksınız.' şeklinde robotlaşmış kadın modeli çizildi ve topluma bu dayatılmaya çalışıldı."
Çocuklarının bunları anlamakta zorlandığını ve kızının "Bunları gerçekten yaşadınız mı?" sorusunu 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimine kadar sormaya devam ettiğini bildiren Öçal, darbe girişimi gecesi kızıyla Genelkurmay Başkanlığı önüne gittiğinde bu sorularının da son bulduğunu kaydetti.
"28 Şubat’ı Türk siyasi tarihine vurulmuş çok büyük bir darbe olarak adlandırmak lazım." diyen Öçal, bu dönem askerin siyaseti, bütün demokratik kurumları devre dışı bırakarak, vesayeti ön plana çıkaran, toplumu ayrıştıran bir darbe anlayışı geliştirdiğini söyledi.
Öçal, o dönem bazı olaylarla ortaya çıkan Ali Kalkancı, Fadime Şahin gibi figüran isimlerle dindar insanları zan altında bırakmak, kötü göstermek istenildiğini aktararak bu şeklide bir güvensizlik oluşturulduğunu anlattı. Öçal, şunları aktardı:
"Ankara'ya geliyoruz, belediye otobüsüne biniyoruz. 'Fadime Şahin' diye arkamızdan bağırılıyor. Bir kadının namusuyla imtihan edilmesi çok kötü bir şey. Ahlakınız ve namusunuzla kötü bir muamelede bulunuluyor. Fadime Şahin figürü ortaya çıkartıldı, 'Mütedeyyin kadınlar her türlü ahlaksızlığı yapabilir.' fikri topluma medya aracılığıyla şırınga edildi. İmtihanlarımız çok ağır oldu. Çok sevdiğim arkadaşlarım benimle gözükmek istemiyordu. Öğretmenler odasında bazen yalnızlaştırılmış şekilde buluyordum kendimi. Bir gün bir arkadaşa söyledim, 'Sen beni çok severdin, neden benimle eskisi gibi görüşmüyorsun, masada karşılıklı neden çay içmiyoruz?' 'Seninle ben görüşürsem bana da birtakım sıkıntılar doğacağına inanıyorum. Yoksa hocam bizim senden ayrı bir tarafımız yok. Benim de annem başörtülü.' dedi. O klasik tekerlemeyi söyledi ki bize ceza veren insanlar da aynı şeyi söylüyordu: 'Benim de annem, kız kardeşim başörtülü ama bunu yapmak zorundayız.' 'Ama' ile edatlarla olayı normalleştirme yoluna gittiler. "
Yaşadığı bir anısını da paylaşan Öçal, şu değerlendirmeyi yaptı:
"Cumhuriyet yürüyüşleri yapılıyordu. Kırıkkale'de de garnizon komutanlığının düzenlediği bir Cumhuriyet yürüyüşü tertip edildi ve okullara bir yazı geldi. O yazı, şu an bir siyasi partide milletvekilliği yapan o dönemin valisinin imzasıyla çıkmış bir yazıydı. Bütün kamu kurumlarında görev yapan devlet memurlarının yürüyüşe serbest kıyafetle katılmaları öngörülüyordu. Ben, durumu sezdiğim için okul müdürüme, 'Sayın müdürüm ben katılmasam olur mu?' diye sordum. O da 'hayır, katılmak zorundasın' dedi. Bizim diğer öğretmen arkadaşlarımız eşofmanlarıyla, spor ayakkabılarıyla, kot pantolonlarıyla gelmişler. Ben de başörtülüyüm zaten. Başörtülü bir şekilde yürüyüş konvoyuna katıldım. Bir el, askeri bir yetkili omuzumdan tuttu 'Çık bakalım Cumhuriyet düşmanı seni.' dedi ve beni yürüyüşten dışarı attı. Kortejin içerisinden... İnsan onuruyla oynamaktı bu. Çok ağır bir hakaret olarak gördüm. Bizi devlet düşmanı olarak görmek, Cumhuriyet düşmanı olarak nitelendirmek, 'Sen potansiyel teröristsin.’ muamelesine maruz kalmak, bu çok can acıtıcı, can yakıcı bir durumdu. Oysa biz vatanımızı, milletimizi o kadar çok seviyorduk ki. O el ele eylemlerinde polisin çok sert tepkileri oldu, coplar kullanıldı, sürüklemeler oldu, kızlarımız ters kelepçe, ağzı gözü kapatılıp, neredeyse başörtüleri çekilerek sert müdahaleler yapılmasına rağmen biz bir çakıl taşı alıp güvenlik kuvvetlerimize atmadık. Bir kaldırım taşına zarar vermedik. Eylem yapardık, içtiğimiz su şişelerini, çöplerimizi toplardık."
Öçal, "Bu ülke bizim." inancına sahip olduklarını ve ülkelerini, devleti sevdikleri için kimseyi de bir yere şikayet etmediklerini kaydetti.
Darbeler için "Bir daha asla." ifadesini kullanan Öçal, "Darbeler konusunda, darbelerin hiçbir çeşidine, ne darbesine ne muhtırasına... Devleti, milleti hizaya çekebilecek, had bildirecek tutum ve davranışın hiçbirine, girişimin hiçbirine bir daha asla..." dedi.