Müftü Sürgeç: 'Fitneye ve tefrikaya dur demeliyiz!'

Hazreti Hüseyin ve ehlibeytin şehit edildiği Kerbela olayının 1380. Yıl dönümü sebebiyle açıklamalarda bulunan Kahramanmaraş İl Müftüsü Celal Sürgeç, 'Bizler yarın için ve gelecek kuşaklar için fitne, tefrika ve kaostan arınmış bir dünya bırakmak istiyorsak birey ve toplum olarak fitneye pirim vermemeliyiz. Kimden gelirse gelsin, kime isabet ederse etsin fitneye ve fitnecilere, tefrika ve tefrikacılara dur demeliyiz. Tarihi olaylardan ders çıkarmalıyız' dedi.

Hazreti Muhammed’in torunu Hazreti Hüseyin ve 72 yakınının şehit düştüğü ‘Kerbela Olayı’nın 1380’nci yıl dönümü Muharrem ayının onuncu günü olan 9 Eylül Pazartesi’ye yani bugüne denk geliyor. İslam tarihinin siyasi anlamda en önemli kırılma noktalarından birini oluşturan Kerbela Olayı’nın yıl dönümünde, şehit edilen Hazreti Hüseyin ve ehlibeyt çeşitli etkinliklerle yâd ediliyor. Kerbela Olayı ile İslam dünyasında mezhep ayrılığı derinleşmiştir. Olayın ardından Sünni-Şii çatışması ortaya çıkmış ve Şia hareketi doğmuştur. Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesinin yankıları ve yaraları halen günümüzde dün olmuş gibi hissedilirken, İslam âleminin birbirinden uzaklaşmasının en büyük sebeplerinden biri olarak görülen Kerbela Olayı’nın bütün ayrıntılarını Kahramanmaraş İL Müftüsü Celal Sürgeç anlattı. Sürgeç, ‘Fitne ve ihtilaflar karşısında akl-ı selim ve 1380. yıl dönümü vesilesiyle Kerbela’dan ders çıkarma’ başlığıyla kaleme aldığı makalesinde birlik ve beraberliğin önemine dikkat çekti.

 

“İslam dünyasını birbirinden koparmış ve uzaklaştırmıştır”

 

Müftü Sürgeç yazısında şu ifadeleri kullandı; “İslam tarihinde ilk fitne olayının Hz. Osman’ın şehadeti ile başladığı söylenir. Cemel ve Sıffin vakaları da sonuçları itibariyle birer fitnedirler. Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesi hadisesi ise; etkisi günümüze kadar süren büyük bir fitne ve kaostur. Unutulmamalıdır ki tutuşturulan her fitnenin zuhurunun ardından toplumları ve çağları bekleyen en büyük tehlike, savrulma, kopuş ve toplumsal kaos olmuştur. Bugün İslam dünyasının param parça olması, birbirlerini İslam’ın temel referansları olan Kur’an ve Hz. Peygamberin sünneti ve sözleri doğrultusunda tanımaları ve tanıtmaları gerekirken, daha çok tarihteki bir taktım olaylar üzerinden birbirlerini tanımlamakta ve tanıtmaktadırlar. Bu olaylardan hareketle birbirlerini itham etmekte, ötekileştirmekte ve parçalamaktadırlar. Halbuki Kur’an, “Başka her şeyden geçerek O’na tam gönül verin, O’na karşı gelmekten sakının, namazı hakkıyla ifa edin! Ve asla dinlerini bölük pörçük eden, kendileri paramparça olmuş ve her biri de kendi ellerindekiyle övünüp duran kimseler olmayın.” (Rum: 31-32) diye kendilerini tarihi tecrübeler üzerinden ikaz etmesine rağmen. Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesinin yankıları ve yaraları halen günümüzde dün olmuş gibi hissedilmektedir. Ve öyle bir tesir icra etmiştir ki bu olay, iki milyar nüfusu olan İslam dünyasını neredeyse kesin hatlarla birbirinden koparmış, uzaklaştırmış ve ötekileştirmiştir.

         

“O gün aklıselim galip gelseydi…”

Eğer O gün Hz. Osman’ın, Hz. Ali’nin ve Hz. Hüseyin’in başına gelenlere seyirci kalınmasaydı, bu gün olduğu gibi ihtilaflardan beslenen ve yangına körükle gidenlere pirim verilmeseydi, akl-ı selim galip gelseydi, efendimizle birlikte Medine’de temeli atılan birbirine veli, yar ve dost olan kardeşlik anlayışı devam ettirilebilseydi; İslam dünyası bugün çok daha farklı bir noktada olacak, daha asil bir duruş ve yaşayışa sahip olacak ve cihana evrensel mesajını daha sağlıklı sunabilecekti. Oysaki bir çok ayet ve hadis Müslümanların uhuvveti ve tevhidi üzerinde önemle durmaktaydı. Bu tevhidi zedeleyen her türlü eylemin ve söylemin yanlışlığından ve olası toplumsal etkilerinden Yüce Rabbimiz şu şekilde haber vermekteydi: “Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin (çekişmeyin, didişmeyin) çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)

 

“Fitne ve büyük bir bozgunculuk olur”

 

İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73) Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır. (Al-i İmran Suresi, 105) Ayrıca yine Allah Rasulü s.a.v.'in  konu hakkında bir çok uyarıları bulunmaktaydı: “Dört haslet vardır ki, kimde bu hasletler bulunursa o kimse halis münafıktır. Kimde de bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendisinde nifaktan bir haslet var demektir. O dört haslet şunlardır: Kendisine bir şey emanet edildiğinde ihanet eder. Konuşunca yalan söyler. Söz verince sözünde durmaz. Bir konuda taraf olduğunda haddi aşar, haksızlık yapar, işi düşmanlığa dönüştürür.” (Buharî, İman 24; Müslim, İman 106) “Dilini Müslümanları kötülemekten çeken ve hata edeni gücünün yettiği en güzel bir üslupla ikaz eden mümine Allah rahmet etsin.”  Hişâm b. Urve r.a. diyor ki: “Peygamber Efendimiz s.a.v. bu sözünü yedi defa tekrar etti.” (İbn Ebü’d-Dünya, Kitâbü’s-Samt, nr. 137) “Fitnesinden emin olunmayan mücadeleyi terk ediniz.” (Taberani)

 

“İhtilaflar ve tefrikalar neyi halletti?”

 

Şimdi geriye dönüp baktığımızda tarihte ve daha sonraları günümüzde meydana gelen ihtilaflar ve tefrikalar neyi halletti? Hangi meseleyi çözüme bağladı? Kimin işine yaradı, kimin ekmeğine yağ sürdü? Bu ihtilafların ne kadarı dini gayret ve samimiyet nedeni ile oldu? Toplum ve dini hayatımıza ne faydası oldu? Müslüman, kardeşine niçin muhalefet eder ki? Ola ki bir meselede ihtilaf etti, bu ihtilafı niçin bayraklaştırır? Niçin sürekli gündemde tutar? Hatta niçin bu ihtilaflar kurumsallaştırılır? Müslümanların binlerce ittifak ettiği konu varken, bunlar Müslümanları birbirine bağlamaz da üç beş ihtilaflı konu Müslümanları birbirinden niçin ayırıp darmadağınık eder ve birbirinden koparır? Öyleyse bizler yarın için ve gelecek kuşaklar için fitne, tefrika ve kaostan arınmış bir dünya bırakmak istiyorsak birey ve toplum olarak fitneye pirim vermemeliyiz. Kimden gelirse gelsin, kime isabet ederse etsin fitneye ve fitnecilere, tefrika ve tefrikacılara dur demeliyiz. Tarihi olaylardan ders çıkarmalıyız.

 

“İbret alıp ve ders çıkaralım ki bu toplum yeni Kerbelalar yaşamasın”

 

Düşünün ki bir tarafta efendimizin damadı, ehl-i beyti ve İslam’ın en önemli şahsiyeti Hz. Ali, diğer taraftan ise; onun zevce-i tahiresi, islam fıkhının en önemli ismi ve müminlerin annesi Hz. Aişe, karşı karşıya gelirler. Ve bilahare hayatlarının sonuna kadar vicdanen pişman eden o günün olayları patlak verir. Peki sebep neydi ve bu hadiseler kime yaradı? Bugün bunları akl-ı selimle yeniden okuyalım ve değerlendirelim. Sebeplerini, sonuçlarını, fitnecilerin faaliyetlerini, kişilerin zaaflarını inceden inceye tahlil edip ibret alıp ve ders çıkaralım ki bu toplum yeni Kerbelalar yaşamasın. Zira Kur’an-ı Kerim bizlere tarihi olaylardan akl-ı selimle ders çıkarmamızı örgütlediğini asla unutmayalım :’’Onların kıssalarında temiz akıl sahipleri için ibret vardır. (Yusuf suresi-111)

 

“Sonuçlarını çok iyi hesap edelim”

 

Allah Resûlü’nün yoluna tabi ve onun “müminlere karşı rauf ve rahim” olan ahlakına talip olan biz Müslümanların içinde bulunduğumuz bu nazik ve kırılgan günlerde her zamankinden çok daha akıllıca hareket etmemiz, attığımız her adımın sonuçlarını çok iyi düşünerek atmamız ve konuştuğumuz her kelimenin muhtemel sonuçlarını iyi hesap ederek söylememiz ve o sözün nereye varacağını, geriye nasıl döneceğini ve sonuçlarının ve yankılarının neler olacağını çok iyi hesap etmemiz gerekmektedir. Hülasa hepimiz konuşmadan önce sözlerimizin sadece kendi şahsi, siyasi, meşrebi, mezhebi hesaplarını veya kazanımlarını değil, bin bir parçaya bölünmüş mazlum, mağdur İslam aleminde ve toplumunda ortaya çıkaracağı ve telafisi yıllarca mümkün olmayan sonuçlarını çok iyi hesap edelim. Zira Yüce Rabbimiz bizden bu gibi durumlarda şu anlamlı ve sorumlu duruşu istiyor: “Erkek ve kadın bütün müminler birbirlerinin dostları ve velileridirler. İyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirirler, kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunları Allah rahmetiyle yargılayacaktır. Çünkü Allah azizdir, hakîmdir. (Tevbe-71)”

Bakmadan Geçme