Prof. Dr. Erol Göka: Şiiri, hikâyeyi, romanı seven insanı da sever
3. Uluslararası Şiir ve Edebiyat Günleri kapsamında düzenlenen etkinlikte konuşan Prof. Dr. Erol Göka, 'Edebiyatla uğraşan kişilerin baştan iyi insan olmaya namzet olduklarını ifade etmek istiyorum. Şiiri, hikâyeyi, romanı bilhassa edebiyatı seviyorsa o kişinin insanları sevmesi de olasıdır' dedi.
Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen 3. Uluslararası Şiir ve Edebiyat Günleri’nin son gününde Psikiyatr Prof. Dr. Erol Göka ve Yazar Mustafa Ulusoy’un katılımıyla ‘Edebiyat Kalbe İyi Gelir Mi?’ temalı konferans düzenlendi. Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi’nde düzenlenen oturuma edebiyatseverler yoğun ilgi gösterdi.
Yazar Gökhan Ergür başkanlığında gerçekleştirilen oturumda Göka ve Ulusoy; insanın yalnızlaşması, benlik kavramı, edebiyatın insan üzerindeki etkisi, yazarların insan hayatına katkıları gibi pek çok konuyu farklı açılardan ele aldı. Yaklaşık 1 buçuk saat süren etkinlikte konuşmacılar, okurlardan gelen soruları da büyük bir samimiyetle yanıtladı. Edebiyatseverler, etkinlikten duyduğu memnuniyeti belirterek Büyükşehir Belediyesi’ne ve konuşmacılara teşekkür etti.
Yalnızlaşma ve edebiyat
Konuşmasında modernleşme ve insanın yalnızlaşmasına değinen Psikiyatr Erol Göka, “Günümüzde uzaklar yakın oldu ancak insanlar yalnızlaşmaya başladı. Modernleştikçe yalnızlaşmamız, boşanmalar, ayrılıklar ve solo yaşam daha da artacak. Edebiyat bugün var olmadı. Edebiyatın geçmişten beri var olmasına rağmen yalnızlaşmalar artıyor. Su hayattır deriz ancak her su içilir mi? Her suyun içilmediği gibi edebiyat da her insana iyi gelmeyebilir. Edebiyat, bazı insanları daha da yalnızlığa çekebilir. Eğer insan nefsini olgunlaştırmaya, kendisini geliştirmeye gayret ediyorsa edebiyat onun için bulunmaz bir nimettir. Edebiyatla uğraşan kişilerin baştan iyi insan olmaya namzet olduklarını ifade etmek istiyorum. Şiiri, hikâyeyi, romanı bilhassa edebiyatı seviyorsa o kişinin insanları sevmesi de olasıdır” diye konuştu.
Narsisizm ve benlik duygusu
Etkinlikte konuşan Yazar Mustafa Ulusoy, “Modern çağın önemli tariflerinden birisi de narsisizm çağı olmasıdır. Bize yaratıcımız bir benlik vermiş, ben duygusu. Ben duygusu insana mahsus bir şey, diğer varlıklarda göremiyoruz. Narsisizm, ben halinin kendi varoluşsal gerçekliğini unutup veya inkâr edip genişlemesi ve tüm dünyayı istila etmesi şeklinde tarif edebiliriz. Var olmaya bizler karar vermiyoruz. İnsan hiçlikten yaratılıyor. Bu gerçekliği unutan bir varlık şişmeye başlıyor. Bu benlik şiştikçe önce insanın kendi içini istila ediyor. Benlik insanın ruhunu, aklını, vicdanını istila ederek sesini kısıyor. Bu da insanın içinin ıssızlaşmasını ve varoluşsal anlamda fakirleşmesini doğuruyor. Narsistik çağın bir diğer getirisi de insanı anlamsızlığa sürüklemesi. Bu anlamsızlık da varlıkları yok ediyor. Narsisizm ve kibir, hayatın anlamını bulmamızın önüne geçer ve bizleri engeller. İnsanın kibri arttıkça hem hayatı anlamsız olarak görür hem de çevresiyle bir bağlantı kuramaz” cümlelerini kaydetti.
Edebiyatçı, hakikati çoğaltan kişidir
Yazar Ulusoy konuşmasının devamında, “Edebiyat insanın gerçekliğini anlatıyorsa, insanın yaratılmışlığını konu alıyorsa, bizim kibrimizi büyütmüyorsa ve hakikati anlatıyorsa elbette önemli şifa kaynaklarından birisi haline gelir. Edebiyat, hakikati çoğaltma biçimlerinden bir tanesidir. Hakikat, edebiyatçıların aynasında tecelli eder ve çoğalır. Edebiyatçı, hakikati çoğaltan kişidir. Aynı hakikat, farklı edebiyatçılarda farklı şekilde tezahür edebilir. Örneğin bir çiçeği 10 farklı şair yorumlasa ortaya 10 farklı güzellik çıkar” dedi.