Yazımızın başlığında” felek” var. Öncelikle felek nedir onu açıklayalım.
Çünkü felek kavramına farklı ve ilgisiz manalar verenler var. Bu nedenle felek nedir onu açıklamakta fayda var. Türkiye Diyanet Vakfınca yayınlanmış olan İslam Ansiklopedinde felek kavramı hakkında şu bilgiler mevcuttur.
Felek, felke ve filke adlarının aslı, Sümerce bala(g) (yuvarlak olmak; kendi etrafında dönmek) kökünden türetilen Akkadca pilakku (kirmen, iğ) kelimesidir. Kirmen (eğirmen veya eğirmeç) yün, keten, kenevir, pamuk gibi lifli hammaddeleri büküp ip yapmaya (eğirmeye) yarayan bir ucu çengelli tahta araçlara verilenişimdir. Felek (çoğulu eflâk) bir astronomi terimi olarak “yıldızların döndüğü yer” anlamını taşımakta, aynı zamanda denizde oluşan girdap da bu adla anılmaktadır. İslâm astronomları güneşle ay dahil yedi gezegenin hareketini açıklamak üzere iç içe geçmiş yedi saydam halka tasavvur etmişler ve her halkaya birer gezegenin bindirildiği, felek denilen bu halkaların Allah’ın izniyle döndüğü fikrini benimsemişlerdir. Sistem, burçlar feleği ve nihayet yıldızsız Atlas feleğiyle tamamlanmaktadır. Bugünün astronomisinde “gökküre” anlamıyla kullanılan Grekçe sfaira (sphere) kelimesi de dönme mefhumunu ihtiva etmektedir ve felekle aynı semantiğe sahiptir. Müslüman gökbilimcilerinden Bîrûnî daire ve felek kelimelerinin eş anlamlı olduğunu, ancak felek kelimesinin daha ziyade hareket halindeki bir daireyi göstermek üzere küre yerine kullanıldığını belirtmiştir. Bu düşünüre göre de feleğe dönüş halindeki iğ (kirmen) ağırşağına benzediği için bu ad verilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan, “Her biri bir felekte yüzer” (el-Enbiyâ 21/33; Yâsîn 36/40) meâlindeki ayetlerde felek kelimesiyle gök cisimlerinin üzerinde döndüğü yer yahut yörüngeleri ifade edilmiştir.
Evet, hepimiz feleğin çarkında halden hale dönüyoruz. Saçımız simsiyahken bembeyaz oluyor. Vücudumuz dimdikken eğri-büğrü oluyor. Sağlıklı ve dinç haldeyken hastalıklı ve dermansız hale geliyoruz. Ruhumuz heyecanlı ve neşeli iken sıkıntılı ve hüzünlü hale geliyoruz. Kısacası yasadıkça ve yaşlandıkça halden hale dönüyoruz.
Yaşlılık hakkında büyüklerimden şu sözü duyardım: “Yaşlılığı kapıya koyası değil.” Yani yaşlılığı kapıdan içerisi almamak gerekir. Ancak yaşlılık izinsiz giriyor ve kapıdan kovsanız, bacadan giriyor.” Allah sabrını versin. Yaşlılıkta tek bir şey gerek bize, o da sabır. Elbette şükür her zaman lazım. Her zaman lazım olan şükrün yanında, bir de yaşlılıkta sabrı eklemek gerekir.
Evet, sözü fazla uzatmadan yine yazımla bağlantılı bir şiirimi takdim ediyorum.
Ne hale döndürdü bu hayat beni?
Akıp da gitti koca bir ömür, zaman.
Mazide kaldı güzel günler, heyecan.
Hayat son sürat geçip de gidiyor, an be an.
Solgun bir güle döndürdü bu hayat beni.
Ben ki feleğin çarkında insafa muhtaç.
Vakit geçtikte fayda vermez hiçbir ilaç.
Hani nerede, nerede yemyeşil bir ağaç?
Kuru bir çöle döndürdü bu hayat beni.
Dizlerimde hiç mecal yok, yoruluyorum.
Bir köşede ne aranıp ne soruluyorum.
Sanki elekten geçmiş gibi, duruluyorum.
Durgun bir göle döndürdü bu hayat beni.
Böyleymiş demek, herkes gibi kaderim, yazım.
Mutlak son, kalbimin içinde dinmez bu sızım.
Sonsuz mutluluk olsa da emelim ve arzum.
Solgun bir güle döndürdü hayat beni.
İnce bir tüle döndürdü bu hayat beni.