• Haberler
  • Diğer
  • Zıtların Ahenkli Birliği Tezinin Küreselcilik'e Yaklaşımı!

Zıtların Ahenkli Birliği Tezinin Küreselcilik'e Yaklaşımı!

Zıtların Ahenkli Birliği Tezinin Küreselcilik'e Yaklaşımı!
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Günümüz dünyasının anlaşılmasını en iyi tasvir eden ‘İletişim Çağı’ kavramıdır. Bilim ve teknolojideki inanılmaz ilerleme, insanlara ulaşımda mekânsal olarak iletişimde de zamansal olarak inanılmaz kolaylıklar ve imkânlar sağladı. Deniz, kara ve hava yollarıyla yapılan ulaşım, şehirler ve ülkeler arası mesafeyi çok kısalttı. İnsanlar ve uluslararası bilgi ve haberleşme transferiyle de zaman kavramamızı genişletti. Yaygın deyimle, ‘Dünya koca bir köy’ haline geldi. Ülkeler arası seyahat ve gezi özgürlüğü güvenceye kavuşturulduktan sonra ortaya çıkan ‘turist’ kavramına ve turizm sektörüne altın yumurtlayan tavuk nazarıyla bakıldı. Özellikle II. Dünya savaşı sonrası ülkeler arasında sağlanan sulh ve sükunla birlikte yeni gelişen ve yaygınlaşan bu sektör, başlangıçta dünyanın bilinmedik, görülmedik ülke ve yerlerine seyahat edip gezip görmek gibi pek masum bir istekten ibaretmiş gibi algılandı. Ama turizm sektörünün kökleşip yaygınlaşmasıyla varlıklı ve kültürlü uluslar bu masum insani isteklerin satır aralarına, gelenek, görenek, tanıtmalar, din ve dünya görüşleri pazarlamalar, ideoloji ve dünya görüşleri ihraç etmeler, ülkelerin ekonomik durumlarını kötüleştirmeler, siyasal yapılarını karıştırmalar, darbelerle rejim değişikliğine neden olmalar gibi oldukça itici ve düşmanca niyetler gizlendi. Eski seyyahlar için, gitmek istedikleri ülkenin dilini ve kültürünü öğrenmeleri yaşamsal bir gereklilik iken günümüzde, batılı turistler gidecekleri ülkelerin değil, turist çekmek isteyen ülkeler, onların dil ve kültürlerini öğrenmek zorunda kalmaktalar. İkinci dünya ülkelerinin halklarına batıya gittikleri zaman bu ülkelerin dillerini öğrenmeleri gerektiği ‘Bu ülkede yaşamak ve gezmek istiyorsan herhangi bir batılı dili –İngilizce, Almanca ve Fransızca- bilmelisin uyarıları yapılır.   Bu yaklaşım batılı olmayan ülkelerde ‘yabancılara karşı ‘yerli mesafeliliği’ çözdü. Yabancının dili, dini, örfü, kanıksanır hale geldi, en azından yerli duyarlılıklar turizm getirisinin gölgesinde kaldı. Ancak, turizm milletlerin birbirini tanıma ve kaynaşmasının yolunu da açtı. Küreselleşen dünyada ulusal sınırlar içinde milli ve yerli kalmanın, dış dünyaya kapanmanın imkân ve fırsatını bırakmadı. Ulusal mahremiyetin gizliliğinden söz edilemez hale geldi. Koca bir dünya, küresel bir köy haline geldiği için ulus içindeki birbirine zıt, farklı ve değişik unsurlar seslerini yükseltir oldular. Ulusal gerekçelerle tenkil edilmeye çalışıldığında dünyanın her yerinden destekçiler ve alkışçılar buldular. Günümüzde modernizmi bile tam anlamıyla özümseyemeyen uluslar, post-modernizmin etnik yapıları kendiliklerinin farkına varmalarındaki tetikleyici etkileriyle kendi içlerinde ayrışmalarına, hatta etnik farklılık nedeniyle savaşlara neden olacağını kestiremediler. Şimdilerde güçlü basın-yayın organlarına sahip her ülke, diğer ülkelerin içişlerine etkili biçimde karışabilmektedir. Küçük ülkeler, Big Broadher’larca her an gözlenir oldu. Son zamanlarda sosyal paylaşım sitelerinde George Orwell'in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanından tam da 1984 yılında uyarlanan filminin,“Big Brother Is Watching You!”, “Büyük Birader Seni/Sizi İzliyor.” afişlerini görür olduk. Ulus devletler bilimde, teknolojide, sanatta, felsefede, ekonomide, hukukta, hatta eğitim ve ahlâkta dışa bağımlı hale geldi. Biz de bir ulus devlet olarak uluslar arası sermayenin yeni teknolojik ve bilimsel yaratılarına ve hakim batı kültürüne bağımlı hale geldik. Son on yıldır bu bağımlılıktan nasıl kurtulacağımıza ilişkin belirgin bir yerli ve milli atılım projeleri insanımızın çoğunda makes bulmaya başladı. ‘Veren el alan elden hayırlıdır’ ilkesi, insan ilişkilerine ve toplumsal etkileşimlere uygulanırsa; sıkışan iki elden biri av, diğeri avcı olur. Bakışan iki gözden biri avlanır, diğeri avlar. Alan el, av; veren el, avcı konuma gelir. Biz batıdan üç yüz yıldır bilgi, teknoloji, borç ve emir almışız, bunun karşılığında hep itibar, iktidar ve toprak vermişiz. Fizikselliği aşamadığımız için metafizik üretememişiz, bunun için gözlerimizi, bakışlarımızı yönümüzü batıya döndürmüşüz, kendi içimizdeki yerli toplumsal dinamiklerimizi keşfedememişiz.  Bizi hep batının kalkındırmasını istemişiz, bizi ancak batı adam eder demişiz, şimdi de batı bizi tümden ortadan kaldıracak diyoruz. Bütün bu yanılsamalar ve hafakanlar yerli ve insani bir metafizik üretemeyişimizdendir. Üç yüz yıldan beri kendimize yeter olmaktan çıktığımız için iki yüz yıldan beri de batıya yönümüzü döndürüp onların icat ve keşiflerini ülkeye ağır maddi ve manevi faturalar ödeyerek getirmek ve onları kullanıp tüketmek durumuna düştük. Şimdi tek kutuplu dünya devi, tüm dünyaya tek bir uygarlığı –Batı uygarlığı- tek uygarlık olarak dayatmakta, karşısına ciddi anlamda bir rakip de bulamamaktadır. Bizim düşünsel bağlamda üzerinde durduğumuz ‘Zıtların Ahenkli Birliği’ tezi, felsefe tarihi içinde görülen birbirinin tümüyle karşıtı olan felsefi öğretilerin birleştirilmesi anlamına gelen ‘compromism’ (telifçilik) olmadığı gibi, zıtları kendilerini ortadan kaldıracak denli başarıyla yapılmış bir ‘syncretism’ (terkipçilik) de değildir. Yine bizim ‘zıtların ahenkli birliği’ tezi birbiriyle uyuşmamış unsurların yan yana getirilmesinden ibaret olan ‘eclectism’ (devşirmecilik) de değildir. Ama temel karşıt görüşlerin yaklaşımları dikkate alınarak kendi dünya ve hayat görüşümüzü yani yerli öğretimizi küresel anlamda insanlığın dikkatine sunma girişimimize “Zıtların Ahenkli Birliği” öğretisi diyoruz. Kant, Kritik felsefesini önemli gördüğü dört büyük filozoftan etkilenip bu düşüncelerin ahenkli bir birliği üzerine kurdu. Berkley’in (1685-1753) maddeyi tahrip eden idealizmi, aklın determinist ilkelere dayandırılan temellerini alışkanlıklara indirgeyen Hume’un (1711-1776) sensualizmi, Voltaire’in (1694-1778) tek gerçekliğin akıl olduğunu savunduğu rasyonalizmi, akla değil duygularımıza güven duyalım diyen Rousseau’nun (1712-1778) heyecan felsefesini birbirleriyle uzlaştırıp dördünden yıkılmaz bir hakikat felsefesi ortaya çıkarmayı düşündü.”  Ancak yirminci yüzyılın ilk çeyreğinden sonra bilim felsefesinde ve bilimsel anlayışlardaki keskin bazı kırılmalar Kant felsefesinin mükemmelliğini çözdü. Kant, Alman toplumunun gelenek ve göreneklerinden, Ahlâki kuralların her toplumda olmasından dolayı, ‘özel’in evrenselliğini bulduğunu savunuyor. Biz ise, zıtları aşamalı bir ahenkle karıp ulusal anlayıştan yola çıkarak önce özel’e sonra da genel’e evrenselde ulaşılacağı düşüncesindeyiz. Küreselcilik karşısında ne dışa kapalı statik toplum yapısını ne de kaidesiz ve sabitesiz savrulan dışa açılmayı değil, küreselin içinde kendi yerli ve milli renk ve tonumuzla konumlanmayı hedefliyoruz.

Bakmadan Geçme